horasanerenleri

AHMET YESEVI DERGAHI |

SUYU KAYNAĞINDAN İÇENLER
Güvercin donunda gelen pir

Anadolu ' da Alevi - Bektaşi menakıpnamelerinde ; erenlerin ' ser çeşmesi ' ' Hünkar Hacı Bektaş Veli ' nin güvercin donuna girerek bugünkü Hacıbektaş kasabası olan Sulucakarahöyük ' e geldiği varsayılır.
Kendisine neden güvercin donuna girerek geldiğini soran erenlere ise Hünkar , ''Eğer güvercinden daha mazlum bir yaratık bulsaydık , onun donuna girer gelirdik '' yanıtını verir.
Söylencedeki ''güvercin'' simgesi kadar Anadolu Alevilerinin barışçıl yanlarını , barıştan yana bir dünya özlemi taşıdıklarını , barışçıl olduklarını vurgulayan bir ikinci imge olamaz sanırım. Anadolu Alevileri , söylencedeki gibi tarih boyunca barışçı olmanın faturasını çok ağır ödemişler ve ödemeye de devam etmektedirler. Alevilik , olağandışı kabul edilen Sivas , Gazi olayları vs. dışında canlılığını çeşitli alanlarda sürdürüyor. Bunların başında , her yıl Anadolu ' nun çeşitli il , ilçe ve köyünde ; tekkesi dergahı , türbesi bulunan Alevi büyükleri için düzenlenen anma ( kutlama ) törenleri geliyor.İktidar ve muhalefet partileri milyarlık seçim bütçelerine karşın mitinglerde adeta sinek avlarken , küçük köy ve beldelerde düzenlediği törenler tıklım tıklım doluyor. Bu yazı dizisinde , tüm olanaksızlıklara karşın insanları sel gibi bu törenlere getiren nedenler üstünde durmaya , analizlerimizi sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Bu törenler esas olarak Alevi tarihinde adından , yaptıklarından , dergahından söz edilen kişilerle ilgili mekanlarda yapılıyor. Bunların başında ise Anadolu Alevilerince kişilikleri ve yaşadıkları dönemde sayısız yararlıkları görülen kişiler ve dergahları başta geliyor.
Anadolu Alevilerinin kutsal kişilikleri Hacı Bektaş Veli ' yi , Abdal Musa ' yı , Sücaettin Veli ' yi , kendi adlarına kurulu külliye ve dergahlarından ayırarak anlatmak olası değil.
Biz de tarihi kişilikleri ve onları var eden mekanları , birlikte tanıtmaya çalışacağız. Halkın bir umut kapısı olarak yüzyıllardır bu kapılara koşma nedenlerini irdelemeye çalışacağız.
Anadolu ' da hangi bölgede olursa olsun yaşlı bir Alevi - Bektaşi ile konuşmaya kalktığımızda , birkaç tümceden sonra size , Aleviliğin kökenini , dedelerinin ve köklerinin Horasan'dan geldiğini , onlaeında Ahmet Yesevi ' den el aldıklarını anlatmaya çalışır.
Peki , Anadolu Aleviliğinin tarihi kaynağı açısından adeta genel adres olarak anlatılan Horasan ve Ahmet Yesevi olayı nedir? Aleviler , hangi milliyetten olursa olsun , neden ısrarla bu kaynağı kendilerine çıkış noktası olarak gösteriyorlar? Bu olgu üstünde birazcık durmaya çalışalım.

Horasan erenlerinin piri

Hacı Bektaş Veli ' nin yaşamının anlatıldığı Velayetname adlı eserde Ahmet Yesevi , ''99 bin Türkistan pirinin piri '' diye tanıtıldıktan sonra anlatım şöyle devam ediyor: ''Muhammet Hanefi soyundan bir seyittir. 5. İmam Ali Rıza ' dan icazet almıştır. Türkistan ' a giderek Yesi kentinde bilgin bir kişiydi , kimse karşısına çıkıp onunla bilgi yarıştıramazdı. Batın bilgisinde ileriydi.''
Ahmet Yesevi ' nin yaşamı ise şöyle anlatılıyor : '' Kendisi kaşık ve keşkül ustasıydı. Öküzün sırtına heybesini koyup pazara yollardı. Herkes , heybedekilerin değerini bilir , kendine gerekli olanı alıp parasını heybeye koyardı. Öküz , tekkeye dönünce şeyh parayı alır ve ne gerekiyorsa onu aldırırdı.''
Hoca Ahmet Yesevi Türkistan ' da büyük bir tarikat ve dergah piridir. Onun halifeleri Asya ' dan batıya yönelerek Horasan ' ın çeşitli yerlerinde ve Anadolu ' da çeşitli dergahlar kurup savaştan ve düşman baskınlarından bunalmış halka ''içsel huzur'' ve kardeşlik - sevgi temeli üstüne halkı mutlu etmek için çalışmalar yapmaktadırlar.
Hoca Ahmet Yesevi hakkında eldeki belgeler yeterli sayılmıyor. Ama tarih olaylarını - destanlar ve menkibeler dahil çeşitli belgelerin ışığı altında yorumlamak ve değerlendirmek de bir yöntem olarak kabul edildiğine göre , bu olguları ciddiye almak durumundayız.
Kendisine ''Piri Türkistan '' adı da verilen Ahmet Yesevi ' nin Hakka yürümesinden ( vefatından ) sonra dergahın postuna zahir ve batın bilgisinde ünlü bir kişi olan Lokman Parende oturur. Anadolu Aleviliğinin ''ser çeşmesi '' Hacı Bektaş Veli , Lokman Parende'nin muhibi , öğrencisi ve halifesi olur.
Dergahta gördüğü hizmetle yetenekleri , bilgisi , görgüsüyle , hocasının ve diğer dervişlerin sevgisini , takdirini kazanır. Bundan sonra Halife Lokman Parende , hocası Ahmet Yesevi ' den kendisine kalan emanetleri , yani taç , hırka , sofra , çorap , alem ve postu Hacı Bektaş Veli ' ye teslim eder. İcazetnamesini de vererek hilafet makamına onu oturtur. Aynı yıl Lokman Parende Hakka yürüyünce ( vefat edince ) , Hacı Bektaş Veli ''postnişin'' olur.
Bir süre bu dergahta seyhlik yapan Hoca Bektaş Veli , hocasının yönlendirmesi üzerine çeşitli yerlerde konaklayıp bir ''Horasan ereni '' olarak Anadolu ' nun yollarına düşer. Bir barış güvercini olup Sulucahöyük'ü kendisine yurt edinir. Kaynakların yazdığına göre : Ebulvefa ' nın 1107 yılında Kakka yürümesinden ( vefatından ) sonra ise , bu tarikata bağlı olanlar , Baba İlyas Horasani ' nin çevresinde toplanırlar. Babailer adı verilen topluluk , 13. Yüzyıl başlarında Moğol saldırısı üzerine Horasan ' dan göçerek Amasya ' ya yerleşen Baba İshak ' ın çevresinde bir araya gelen ve kendisine aşırı bir sevgiyle bağlı olan bu batıni topluluk , Selçuklu sultanının katmerli baskı ve sömürü düzenine 1239 yılında başkaldırır. Halka mutluluk , eşitlik , özgürlük gibi birtakım haklar sağlayacaklarını ve toprakları herkese eşit olarak dağıtacaklarını , vergileri tümüyle kaldıracaklarını belirtirler. Babailerin başkaldırısı , 1240 yılında yenilgi ve Baba İshak ' ın katledilmesiyle sonuçlanır.
Kaynaklarda ; Lokman Parende ' nin halifesi olarak Horasan'dan kardeşi Menteş ile birlikte Anadolu ' ya geldiği kabul edilen Hacı Bektaş Veli ' nin , Baba İshak ' ın da halifesi olduğu yazılır.
Babailerin yenilgisinde kardeşi Menteş ' I de kaybeden Bektaş Veli , bir süre izini kaybettirir. Sonra Sulucakrahöyük ' e gelerek dergahını kurar , kapısını ardına dek açar ve aydınlık düşüncelerle yeri göğü aydınlatmaya başlar.
Başkaldırıda yenilgiye uğrayan Babaileri çevresine toplar. Bunlara Kalenderi , Haydari , Abdali , Şemsi , Yesevi , Melami , Safevi , Edhemi , Hurufi , Cami , Celali vb. topluluklar da katılır.
Hacı Bektaş Veli düşüncesinin toplumsal bakımdan ortaya çıkışını 13. Yüzyıl Anadolu ' sunda aramak gerekiyor. Ama Konya Selçuklu Devleti ' nin Moğollarca çarpışmasının faturasını ödeyen halk , Hacı Bektaş Veli ' nin dergahında yükselen barış , kardeşlik , eşitlik , özgürlük çağrılarına karşı duyarlı davranmayıp başka ne yapabilirdi ?
Gönüllerce taht kuran bilge insanın kurmaya çalıştığı dünya, insan sevgisine dayanır. İnsanlara aralarında ayırım gözetmeksizin sevgi ve saygı duyulmasına dayanır. Onun inanacına göre insanları aydınlığa götürecek yolun sevgiden geçtiğidir. Hacı Bektaş Veli'nin yazdığı kabul adilen yapıtları:Makalat Şathiye, Fevaid, Makalat-I Gaybiye, Kelimatı Ayniye, Hurdaname, Uss-ül Hakikat. Ayrıca Hacı Bektaş Veli'nin hayatını mitolojik bir anlatımla anlatan Vilayetname ve Menakıpname adlı yapıtlar vardır.

Horasan'daki bilgi denizi

Türkler, İslamiyeti, 9-10. Yüzyılda tanıdılar. Maceralı, kanlı, acılı bir yolculuktan sonra İslamiyeti kabul
Etmek zorunda kaldılar. Ama bu kabul ediş tıpatıp değildi. Bedevi Arap toplumu için konulan kurallar, kendileri için oldukça yabancıydı. Onlar, İslamiyeti kabul ederken kandi geçmiş kültürleriyle bir sentez oluşturma yoluna gittiler.
Hoca Ahmet Yesevi'nin dergahı Türkistan'da, Horasan'da ve yakın coğrafyada adeta bir tasavvuf denizi oluşturmuştur. İşte Anadolu'yu, İran'I, Mezopotamya'yı ve Balkanlar'I aydınlatmaya çaloşan dedeler, babalar,
"Horasan Erenleri," bu tasavvuf denizinden akan birer ırmak olmuşlardır. İşte göç yolları üstünde denizinden akan birer ırmak olmuşlardır. İşte göç yolları üstünde önemli bir kavşak olan Horasan'ın özelliği buradan kaynaklanıyor. Hacı Bektaş Veli'yi Sarı SaltuK'U Abdal Musa'yı, Hamza Baba'yı, Veli Baba'yı, Kolu Açık Hacim Sultan'I, Demir Baba'yı ve adını buradan sayamadığımız nice "Horasan pirlerini" yetiştiren coğrafya Horasan diyarıdır.
Alevilik, Horasan diyarında yetişen düşüncelerin, duyguların, inancın Anadolu ve ön Asya'da yeşermesi, boy atması, dal budak salması ve meyveye dönüşmesidir. Sonuçta da eşi menendi görülmedik, tadına doyulmayan aydınlık bir dünya düşüncesinin ortaya çıkmasıdır. Anadolu da aydınlık bir düşüncenin erleri olan Aleviler arasında, hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun Horasan adının anılması, buradan yayılan düşünce, duygu ve inanç dünyasına ait ortak değerlerin, adı geçen tüm toplumu kucaklama özelliğinden ileri geliyor olsa gerektir.

Uygarlıklar beşiği Anodolu

Türkler dışındaki Asya, Mezopotamya ve Anadoluda'ki diğer halklar için de İslamı kabul şekli benzer bir yol izledi. İşte Anadolu Aleviliğinin tadına doyum olmayan, eşi emsali başak yerde görülmedik mayası, bir uygarlıklar sentezi olarak Anadolu'da bu nedenle oluştu. Anadolu halkı, geçmiş uygarlıklarıyla Horasan'dan gelen mayayı yeni bir senteze dönüştürdü. İslamiyetin Anadolu ile tanışması, Anadolulaşmaması gerçekleşince, İslamiyet Anadoluca konuşmaya başlayınca; Hz Ali, Dede Korkut ve Homeros Dede Anadolu'da tanışıp kaynaşınca Anadolu Aleviliği sentezi oluştu. Horasan ,bugün İran sınırları içinde bulunan bir bölgeye verilen ad. Bu adla anılan bir de şehir var. Hazar denizi'nin güneydoğusunda yer alan Horasan, Türkistan'ın güneyinde yer alıyor. Yani Horasan, Türkistan Anadolu İpekyolu'nun zorunlu durağı. Horasan; Türkistan,Özbekistan, Kazakistan'ın güneye açılan kapısı sayılır. O bölgenin kavimler kapısı. Hazar Denizi'nin, bizim Karadeniz büyüklüğünde bir iç deniz olduğu düşünülürse bu kapı daha da anlam kazanır. Horasan ,İran sınırları içinde olmasına karşın orada bugün dahi yaşayan ve Anadolu Alevilerinin geleneklerini sürdüren Aleviler var. Yani Şii olmayan, Anadolu Alevilerinin geleneklerini sürdüren Aleviler var. Yani Şii olmayan, Anadolu Alevileri ile aynı özellikte Alevilik bugünde yaşıyor.
Bunlara; "Ali Allahiler" ve "Ehli Haklar'' deniyor.Bunlar Kürt ve Türk kökenli Alevilerdir. Burada bir şeyi yinelemekte fayda var. Aleviliğin kökeninin Horasan olduğu söylenince hemen arkasından ''O zaman tüm Aleviler Türktür '' ifadesi her şeyi çözmüyor. Çünkü Horasan ' dan gelen Aleviliği sadece Türk diye adlandırmak , gerçeği anlatmada tek yanlı kalıyor. Şu anda Horasan ' da yaşayan Kürt Aleviler olması demek ki bu sav için yeterli bir anlatım sayılmaz.
Horasan ' dan Anadolu ' ya hem Türk hem de Kürt kökenli Aleviler gelmiş. Aradan yaklaşık 800 yıl geçtiği halde bugünde varlıklarını sürdürdüklerine göre geçmişte neden olmasın.
İstanbul ' da okuyan İran' lı bir öğrenciyle tanışmıştım. Kendisini Alevi olarak nitelendiriyordu. Ben , ' Yani Şii misin?' diye sorunca , ' Hayır , Şii değil Aleviyim ' demişti.Ben sizin ' Alevilik Olayı ' kitabınızı okudum. Biz işte öyle Aleviyiz.' Merak edip 16 Ağustos' ta geleneksel Hacı Bektaş Veli'yi anma törenlerine katılmıştı. İzlenimleri çok ilginçti. Demişti ki ' Ben kendimi bir Anda İran'da ( kendi bölge ve şehirlerinin adını vererek ) hissettim.' Ama anlattığı Humeyni İran'I değildi , Aleviliğin hala kısmen yaşadığı Alevi İran'dan söz ediyordu.
'Bizde de ozanlar var ' diyordu. Pir Sultan ' dan , Hatayi ' den , Kerbela üstüne , 12 imamlar ve Ehlibeyt üstüne nefesler söylerler. Bizde cemevine ' hankah' denir. Bizim de dedelerimiz var. Bizide aşure törenleri Şiilerden farklıdır , çok anlamlı ve görkemli geçer. Şiiler de , bizim farklılığımızın farkında , O nedenle bize dokunmazlar. Bizi öyle kabul ederler. Bizde de hankahlarda cem yapılır. Bizde de tıpkı sizdeki dedeler gibi sakal bırakıp hiç traş olmayan dedeler vardır. Bizdeki kadın erkek ilişkileri , Şiilere değil , sizlere benziyor. Bizde de camiye gidilmez vs , vs…'
İşte İran'da hala yaşayan bu Alevilik , Şah İsmail Hatayi döneminde Anadolu'ya koşut olarak yaşayan bu Alevilikti. Çaldıran Savaşı' da Safevilerin yenilgisiyle olaydan sonra Şiileşen İran' ın ardında kalan ve 500 yıldır Şiiliğe karşı direnip yaşamaya çalışan bu Alevilikti. Anadolu Aleviliğinin kökenine ilişkin saptamalarda Türkistan kadar Kürdistan vurgusunun da sıkça yapılması , bazı kaygı verici çağrışımlara yol açmaktadır. Çünkü Anadolu hangi ulustan , hangi ırktan , hangi inançtan olursa olsun , tüm insanlara , tüm dervişlere , tüm ermişlere kapısını ardına dek açmış , onlara derin sevgi ve saygı göstermiştir.Anadolu bir uygarlıklar zinciridir. Ondan bir halka eksilirse yapı bozulmuş olur. Anadolu insanı tek renkle yetinmemiş , başkalarından aldığıyla kendi özelliklerini yoğurmuş , ortaya yeni bir öz ve biçim çıkarmıştır. Çok tanrılı , tek tanrılı tüm dinler , Anadolu ' da buluşmuş , karışmış , yeni bir inanç ve düşünce tarih sahnesine çıkmıştır. İslamiyet de Anadolu toprağına ekilince farklılaşmış , yeni biiçerik kazanmıştır. Kendine has özellikler taşıyan bir oluşum ortaya çıkmıştır. İşte bu sentezin en belirgin olgusu Alevi Bektaşi düşünce ve inanç bütünlüğüdür.
Anadolu Aleviliğinde , İslamiyet içindeki Hz. Ali sevgisi ve yandaşlığından kaynaklanan damar , Asya ' dan akan tasavvuf ırmağıyla birleşmiş , yakın coğrafyalardan bu ırmağa yeni sular karışmış , Anadolu ' nun klasik uygarlıklarından renkler eklenmiş ve bir sentez ortaya çıkmış.
Bu olguyu sadece Türkistan kaynaklı göstermeye , Türk - İslam sentezine eklemlemeye çalışanlar yanılıyorlar. Alevilik esas mayasını Türkistan ' dan almış olsaydı , neden bu maya o coğrafyada tutmamıştır? Türkistan ' da yaşayan İslam , esas olarak Sünni islam kabul edilen Emevi Müslümanlığıdır. Biraz daŞiiliktir. Türkistan ' da esas olarak Alevilik - Bektaşilik yoktur. Türkistan için söylediğimiz Kürdistan için de doğru sayılır. Aleviliği ' Kürt kültürünün patlaması ' olarak niteleyenlerden en az Türk - İslamcılar kadar yanılgı içindedirler. Çünkü Kürtler , İslamı kabul ettikten sonra esas olarak Şafii Müslümanlığı seçmişlerdir. Kürdistan ' da Aleviler azınlıktadır.
Bu nedenle Anadolu Aleviliği , Türk - İslam sentezine de , Kürt - İslam sentezine de sığmıyor. Biçilen elbiseler Aleviliğe dar geliyor kanısındayım. Alevilik , 72 milleti , 18 bin alemi kendisine yurt edinmiş bir oluşumdur. Aleviliği bu kulvarın dışına çekip milliyet çiftlerine hapsetmeye çalışmak , ona karşı saygıda kusur etmektir.

 

 

 

HÜNKAR HACI BEKTAS VELI

Bir lokmanın paylaşıldığı yer

Alevi dergahları , dünyaya ve öte dünyaya ilişkin felsefi ve sosyal tartışmaların yapıldığı , dergaha gelen canların , muhiplerin eğitildiği , yetiştirildiği birer okuldur. Dergahlar , ' insan-I kamil ' denen canların yetişmesinde birer yuvadır. Bunlardan alınan ışığın , benzer yollarla diğer canlara yansımasında adeta birer aynadırlar.

Dergahlar , toplum içinde örnek davranışları ile insanlığa yol gösterici olan , çevresinde sevilip sayılan , buyruğundan çıkılmayan , önder kabul edilen kişilerin Hakka yürümesinden sonra çoğu kez , ya yaşadıkları mekanlardan oluşur ya da kendini sevenler tarafından yapılan külliyelerdir. Dergahlar , topluma eşitlikçi , özgürlükçü bir düşünce ve yaşam tarzı oluşturan bölüşümcü halkevleridir. Orada toplumcu bir hayat sürer. Olan , olmayana hem bilgi hem ekmek dağarcığını ardına dek açar. Dergahlar , dervişlerin , dedelerin , babaların oturdukları töresel ve dinsel törenlerin yapıldığı kurumlardır. Küçük dergahlara ; tekke ya da zaviye , büyük dergahlara ve ünlü olanlara dergah ya da asitane adı verilir.
Bir zamanlar Anadolu , Rumeli ve Horasan ' da yol boyunca altı saatte bir her durakta Alevi - Bektaşi dergahı bulunur , böylece yolcular konaklayacakları inanılır ve güvenilir mekanlar bulurlarmış.

Pir evinde gelen dolu

Dergahlar ; gönülleri birlik ve kardeşlik duygusu içinde birbirine kenetlenmiş , insanların toplumsal bir anlayışla astlık - üstlük ayrımı gözetmeksizin bir arada bulundukları , tapındıkları yerlerdir. Alevi - Bektaşi yoluna kabul edilmiş törenleriyle görgü cemleri bu dergahlarda yapılır. Pirevi , Alevi - Bektaşi yolunun dinsel merkezi sayılır. Pirevinde , yolun en büyüğü olan ' Dede ' ya da ' Dedebaba ' oturur.
Hacı Bektaş Veli , bir iyilikler odağı , bütün acıların ilacıdır. Ona uzanan eller boş dönmez. O, öksüzleri , kimsesizleri , düşkünleri , çocukları korur , kan dökülmesini sevmez.
Her dergahta ' dede ' , ' dedebaba' ve ailesinin oturduğu bir bölümle dervişlerin , öbür hizmet erlerinin odaları , eğitim erlerinin odaları , eğitim yaptıkları , halvete daldıkları mekanlar , aşevi , konuk odaları , cem için meydan odası , birçok dergahta sebze , meyve bahçeleri , tarlalar vs. bulunur. ABD ' de Michigan Detroit Bektaşi dergahı , bu geleneği sürdüren canlı bir örnektir.

Hacı Bektaş kasabasında bulunan ve adına ' pirevi ' denilen dergah dışında beş büyük dergahtan da söz ediliyor. Bunlar ; Rumeli - Dimetoka'da Kızıl Deli Dergahı , Antalya - Elmalı Tekke köyünde , Abdal Musa Dergahı , İran Kerbela ' da Kerbela Dergahı , İstanbul Merdivenköy' de , Şahkulu Sultan Dergahı ' dır.
Bunlar dışında Anadolu ' nun çeşitli yörelerine yayılmış , bugüne dek her tür toplum ve doğa koşullarına direnerek yaşamlarını sürdürmeye çalışan onlarca tekke ve dergahtan bugün bile söz etmek olasıdır.

Eskişehir ' deki Seyidi Battal Gazi ve Sücaettin Veli dergahları , Isparta Senirkent - Uluğbey ' deki Veli Baba Dergahı , İzmir Kemalpaşa ' daki Hamza Baba Dergahı , İstanbul ' da kendi adı verilen mezarlıkta bulunan Karaca Ahmet Sultan Türbesi bunlardan birkaçıdır.

Birlik , kardeşlik yuvaları

Dergahlar , dergahı yaptıranın ya da orada gömülü bulunan kişinin adıyla anılır. İçinde genellikle ya dergahın kurucusunun ya da ' postnişin ' lerinin türbesi vardır.
Dergahlar ; gönülleri birlik ve kardeşlik duygusu içinde birbirine kenetlenmiş , insanların toplumsal bir anlayışla astlık - üstlük ayrımı gözetmeksizin bir arada bulundukları , tapındıkları , adeta ' türop ' oldukları yerlerdir.
Alevi - Bektaşi yoluna kabul ediliş törenleriyle görgü cemleri bu dergahlarda yapılır. Pirevi , Alevi - Bektaşi yolunun dinsel merkezi sayılır. Pirevinde yolun en büyüğü olan ' Dede ' veya ' Dedebaba ' oturur. Hacıbektaş ' taki pirevi , çarpıcı , yumuşak mimarisiyle bir siteyi andıran kendine yeterli kullanım amacıyla Anadolu ' da kurulmuş en görkemli dergahlardan biridir.

Pirevi , üç avlu ve bunların çevresinde sıralanmış birçok yapıdan oluşuyor ; aşevi , mihmanevi , kilerevi , meydanevi (cemevi ) bunlardan birkaçıdır.
Pirevine çatal kapıdan girilir. Nadar avlusu ile birinci avludan geçilip ' mihman evi ' nin bulunduğu yere varılır. ' Üçler Kapısı ' ndan girilen ve ' dergah avlusu ' denilen ikinci avluda ; aşevi , meydan evi gibi kısımlar bulunur. ' Altılar Kapısı ' nda girilip ' Hazret Avlusu ' na açılan üçüncü avluda ' Hz. Pir ' in türbesi ' , ' Kızılca Halvet odası ' ve ' Kırklar Meydanı ' bulunuyor.

İkrar törenleri , ' meydan evi ' nde yapılıyor. Tavanı , 7 kat göğü simgeleyen bir mimaride yapılan meydan evi , aynı zamanda ' cemevi ' dir. Giriş kapısına ' eşik ' denir.
Odanın ortasına ' Dar ' ya da ' Darı Mansur ' denilir.Girişin karşısında bulunan ocağa ' Hz. Fatma Makamı ' ya da ' Küre Makamı ' adı verilir. Simge olarak bir çerağ konur , ocağın iki yanına ise Hasan ve Hüseyin ' I simgeleyen 2 çerağ ( şamdan ) bulunur. Meydan evinin girişinde , sağ karşı köşede , yerden yüksekçe bir yere ' mürşit ' postu konur. Mürşit postunun sağına ' Allah Muhammed - Ali ' yi simgeleyen üç fitilli bir kandil ve diğer basamaklardan birinde de ' 12 İmam ' I simgeleyen 12 mumun konduğu bir makam vardır. Makamın önünde 12 dilimli ' teslim taşı ' durur. Makamın solunda ' rehber postu ' bulunur.
Bunu , meydan evinde , 12 imama verilen 12 postun yer aldığı makamlar tamamlar. Bu postlara pirevinde baba ve dedeler , dergahlarda baba , derviş ve muhipler otururlar. Erler ve bacılar da meydana gelince cem ayini başlar.
Meydan evindeki törende dede ya da baba ' dar ' da şu gülbağı okur.

'' Bismişah ' Allah! Allah! Özüm darda , yüzüm yerde ,
Erenlerin dar - I Mansur ' unda , er Hak divanında ,
Erenler meydanında , elimden , dilimden , vesair
azamdan her ne günah sadır oldu ise erenlerin ,
affım niyaz ederem. Bu fakirden ağrınmış
incinmiş can kardeşi varsa dile gelsin , bile gelsin.
Bende hakkı olan kardeş talep etsin.
Tarikatta boyun kesmek hatadır.
Erenler menzili teslimi rızadır.
Elimden , dilimden her ne gelirse
Elim kesmek , dilim kesmek revadır.''

Pirevindeki gelenek , bazı farklılıklara karşın tüm dergahlarda aynı doğrultuda yürür.
Hacı Bektaş Pirevi' nden ışık alan muhipler , dervişler , ermişler , dedeler , babalar Anadolu ' yuaydınlatmak için yola koyulurlar.

Halkın gönlündeki Hacı Bektaş Veli

Hacı Bektaş Veli 'nin sevenleri , gönül evleri her yıl binlerce kilometre yol kat ederek , sadece Anadolu ' dan değil dünyanın dört bir yanından sel gibi ona akarlar. Gönüller pirine sevgilerini , saygılarını binbir yolla belirtmeye çalışırlar.

Kurbanlı , adaklı cemlere katılır , turnalar misali semah döner ve Pir ' in dergahında kendilerine düşen dolu bardağından nasiplenerek , bir yıl sonra buluşmak üzere niyaz edip ayrılırlar.

Onun adı , halk arasında binbir sevgi sözcüğüyle anlatılır. Sultan , Baba Sultan , Pir , Hünkar nitelemeleri , bunlardan sadece birkaçıdır. Halka göre Hacı Bektaş Veli , ulular ulusu bir kimsedir. Gövdesi gömüldüğü yerde , soluğu bütün göklerde , sıcaklığı gönüllerde , tini bütün yeryüzündedir.
Yıllardır Alevi - Bektaşi düşüncesi üstüne araştırmalar yapan İsmet Zeki Eyüboğlu , halkın gönlündeki Hacı Bektaş ' I bakın nasıl anlatıyor:
'' Anadolu ' nun gezdiğim 57 ilinde Hacı Bektaş Veli ' ye karşı büyük , içten bir sevgi gösterildiğine , O ' nun büyük bir ermiş ( veli ) olarak nitelendirildiğine tanık oldum. O ' na karşı olanların çoğu , şeriat yanlısı , bilgisiz kişilerdir. Halkın gönlünde yatan Hacı Bektaş Veli , adı eski bir geleneğin odaklaşmış simgesi gibidir.''

Anadolu insanı , Hacı Bektaş Veli ' yi kendi gönlünce biçimlendirip yaşatmayı , yazılı kaynaklara önem vermemeyi yeğliyor. Ona gereken önemi vermeden Anadolu ' da ortaya çıkan kimi yazın ürünlerini , özellikle halkbilimi alanına girenleri anlamanın zor olacağını belirten Eyüboğlu , ' Hacı Bektaş Veli ' çağlar boyunca gelişen bir halk düşüncesinin , bir halk yaratıcılığının öncüsüdür ' diyor.

Hacı Bektaş Veli ile ilgili yazıya geçmemiş bütün söylencelerin , öykülerin yaratıcısı halktır. O ' nu severek benimseyerek yaşatan halktır. Anadolu ' da halktan Hacı Bektaş Veli ' ye , Hacı Bektaş Veli ' den halka giden gizemli bir yol vardır.Anadolu insanının gönlünde Hacı Bektaş Veli , bir iyilikle odağı , bütün acıların ilacıdır. Ona uzanan eller boş dönmez. Dilekler , günün birinde bağlanan dilek ağaçlarında sır olur ve yerine gelir. Tanrı , dilekleri , bu sevgili ermişinin aracılıyla onaylar. O , öksüzleri , kimsesizleri , düşkünleri , çocukları korur , sever , onlara dokunulmasını , kan dökülmesini sevmez.

Bektaşilik konusundaki çalışmalarıyla tanınan sosyal antropolog Belkıs Temren de şu saptamalarda bulunuyor.
''Evliyaların doğum ve ölüm tarihlerinden çok , toplum üzerinde bıraktığı izler , önemli kabul edilmektedir. Bektaşilere sorulduğunda , bu tarihlerin kanıtlanmasının onlarca önemi bulunmadığını , kendilerinin de böyle bir çaba içinde olmadıklarını , zamanın sadece ' an - I tarif ' için gerektiğini , asıl olanın ' an - I daim ' olduğunu vurgularlar.
Bu nedenle Bektaşi menkibelerindeki anlatımlarda , bazen zaman dilimleri karışmış olarak görülmektedir. Burada önemli olan zaman değil , mekan vardır. Nasıl Shakespeare ' in eserlerinde mekan değil zaman varsa , Bektaşi menkibelerinde de aynı anlamda zaman yoktur , mekan vardır. '

Yaz ayları,Aleviler açısındansadece mevsim nedeniyle değil,törenlerin yoğunluğu açısından da sıcak geçiyor.
İstanbul,Ankara,İzmir ve hemen her kentteki Alevi derneklerinin düzenlediği semahlı geceler ve piknikler dışında Anadolu Aleviliğince kutsal sayılan veliler,ulular adına kurulmuş dergahlardaki "anma günleri" ne yetişmek için bile koşar adım yaşamak gerekiyor.
Örnek vermek gerekirse,İstanbul'da yaklaşık 20 Pir Sultan Abdal ve 10 Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği şubesi var,İstanbul'a göç eden Alevilerin kurdukları derneklerin sayısının 300 kadar olduğu sayılıyor.Buna cemevi yaptırma derneklerini,vakıfları,çıkan dergi ve gazetelerle yerel radyoları da eklersek,büyük bir sayı ortaya çıkıyor.İstanbul'daki Şahkulu ve Karaca Ahmet Sultan dergahında her hafta sonu adeta bir "Alevi haftası" düzenleniyor desek abartmış olmayız.Bu iki dergaha hafta sonları yaklaşık 10 bin kişi geliyor,kurbanını kesip,cemine katılıyor,sehbetlerde bulunup semah dönen canları izliyor.
Anadolu'da yapılan Alevi törenlerinin en önemlisi,Hacı Bektaş veli anısına 16-18 Ağustos'ta Hacıbektaş ilçesinde düzenlenen törenlerdir.

Bektaşileri saymazsak Aleviler asıl olarak kırsal kökenlidir.Alevilerin büyük kentlere gelişi,1950'li yıllardan itibaren hızla gelişen kırdan kente göç olgusunun sonucudur.
Büyük kentlerdeki gecekondu ve apartmanlarda cemini,semahını yaşatmakta zorlanan Aleviler,kendi kimliklerini özgürce ifade edebilmek için ellerine geçirdikleri her aracı sonuna kadar kullanmaya çalıştılar.

 
   
 
Abdal Musa Dergahı

Toroslar'da taşan sevgi seli

Anadolu'da geleneksel Alevi-Bektaşi mekanı olan hemen tüm dergahlara sonradan minareli camiler inşa edlmiş.Abdal Musa Sultan Dergahı'nın 600 yıllık geçmişi düşünüldüğünde,burasının bir Alevi-Bektaşi yerleşmesi olduğu ortadayken Osmanlı'nın asimilasyon politikası yetmemiş,çok partili Cumhuriyet dönemiyle birlikte Tekke Köyü'ne cami yapılmış.Cami yapımına karşı çıkmak,İslamiyete,devlete karşı çıkmakla özdeş sayıldığı için köylüler,fazla etkinlik gösterememişler.
Hacı Bektaş Veli'den sonra Anadolu'da adından en çok söz edilen Abdal Musa Dergahı,Antalya Elmalı'ya bağlı Tekke köyü'nde bulunuyor.

Köy çocuklarının bile ezbere bildiği Abdal Musa Sultan'ın hayatı,kerametleri,konuklar tarafından dikkatle dinleniyor.Birlikte "Uçan Suya" çıkılıyor.Efsaneye göre tersten dönen değirmen geziliyor.
Uluçınar meydanında geçen yıl Kültür Bakanı Fikri Sağlar'ın yaptırdığı tören alanı,tıklım tıklım doluyor.Gelen semah grupları ve ozanlar gece yarısına kadar semah dönüp nefes söylüyorlar.

Abdal Musa,14.yüzyılda Tekke Köyü'nde yaşamıştır.Kaynaklar,Abdal Musa'nın ,Horosan'dan, "Horosan erenlerinden" olduğunu yazıyor.Babasının ise,Hacı Bektaş Veli'nin amcası Haydar Ata'nın oğlu Hasan Gazi olduğu belirtiliyor.
Dergahta, Abdal Musa Sultan'ın kız kardeşiyle annesinin de mezarı bulunuyor.Abdal Musa türbesinin bulunduğu külliye,600 yıllık.
Bugün bir oda ve salondan oluşan türbeye geçmişte iç içe 7 kapıdan giriliyormuş.Külliyenin çevresinde geniş bağ ve bahçeler,misafirhaneler,meydanlar,kiler ve mutfaklar varmış.
Dergahta 500 kadar derviş oturuyormuş.Mutfakta 40 derviş konuklara hizmet verirmiş.erzak dolu 20 ambar,200 atın girebileceği ahır varmış.Dergahı vakıflar yönetir,köy halkı hiç vergi vermezmiş.


Alevi dergahlarını sünnileştirme çabası

Cami köy meydanını doldururken,samanlık görünümündeki cemevine gizli bir kapıdan giriliyor.
Köylüler sorun çıkmaması için köylerinden bir genci imam-hatip lisesinde okutup imam atamışlar.Alevi imam emekli olunca yerine Sünni kökenli bir imam gelmiş.Haziran 95'te TİMAŞ yayınları arasında çıkan eski MHP'li Prof.Dr. Orhan Türkdoğan'ın "Alevi-Bektaşi Kimliği" adlı kitaptan aktaracağım bölüm,yazarın Tekke Köyü'ndeki izlenimlerini ve Alevilere bakışını,amacını sözümona "hoşgörüsünü" göstermesi açısından önemli:
"Tekke Köyü'nde bir de Diyanet'in yaptırdığı bir cami var,fakat namaza gidenler ancak birkaç kişiden ibaret.Ali Koca'nın "Hepimiz namaz kılıyoruz." tarzındaki ifadelerini Süni hocaya sorduğumuzda, "doğru olmadığını" ileri sürdü.Köyün çıkışında toplanan pazarcılar da aynı beyanda bulundular."
"Burada ileri sürülen namaz,mecazi anlamda "cem töreni" yerine geçebilir.Çevrenin baskısıyla ortaya çıkan eziklik ve psikolojik tedirginlikten ötürü bir "takıyye" de olabilir." Diye de ekliyor.

Diyanet gidecek:600-700 yıllık tarihi bir yerleşmeye Abdal Musa Sultan'a saygısızlık ederek, köylülerin camiye gitmeyeceklerini bile bile cami yapacak.Bizim yazarımız da camiye gidenler az diye hayal kırıklığına uğrayacak(!)
Anadolu'da Alevi-Bekteşi dergahlarını, köylerini Sünnileştirme çabası,Osmanlı ile yaşıt sayılır.Bu uğraşa Hacı Bektaş Veli Dergahı bile dahil olmuş.2. Mahmut 'un yeniçeri kıyımıyla kalınmamış.
İstanbul ve Trakya'daki önemli Bektaşi dergahları yıkılmış.Bektaşi babalarından Kıncı Baba Üsküdar'da,Ağasızade Ahmet Efendi tophane'de,Salih Efendi Bab-ı Hümayun önünde idam edilmiş.İstanbul'da bulunan 14 dergahlı kütüphanesi,tüm eserleriyle birlikte yakılmış.Sağ kalan baba ve dedeler ise, Anadolu'nun çeşitli kentlerine sürülmüş.2. Mahmut, Hacı Bektaş "Pirevi"ni "ıslah"etmek için,postnişinliğe Nakşibendi şeyhlerinden Mehmet Sait Efendi'yi büyük bir törenle atamıştır.
İşte bugün bazı sünni tarikatçı tayfanın: "Bakın Hacı Bektaş Dergahı'ında bile cami var" dedikleri, kapısında yapılış tarihi 1834 yazan cami,bu dönem Nakşi şeyhlerinin ibadet için yaptırdıkları camidir.Yoksa Hacı Bektaş Dergahı'nın kökeninde minareli cami yoktur.
Hacıbektaş'a giderken Kırıkkale-Keskin'e bağlı Hasan Dede beldesinde bulunan Alevi büyüklerinden Hasan Dede Dergahı da bugün bir türbeden ibaret ve caminin gölgesinde kalmış bulunuyor.

 
   
 
|
 
   
 
 
   
 
 
   
 
 
   

 

 

 

 

 

 
   
 
   
 
 
   

Eigene Webseite erstellen bei Beepworld
 
Verantwortlich für den Inhalt dieser Seite ist ausschließlich der
Autor dieser Homepage, kontaktierbar über dieses Formular!