dedelik

Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Alevilik konusu, bilim cevrelerinden (üniversiteler) gerekli ilgiyi görmemis ve bu alan adeta spekülatif, tarafgir arastirmacilarin, deyim yerindeyse cirit attigi bir alan haline gelmistir. Çogu sosyal bilimler metodolojisinden habersiz olan bu sözde arastirmacilar, ideolojik düsüncelerini, Alevilik-Bektasilik kitaplari araciligiyla kamuoyuna aktarmislardir. Böylececok hassas olan bu konuda kamuoyu yanlis bilgilerle donatildi. Ayrica bu arastirmalarin (!) cogu Alevi-Sünni kesimlerin karsilikli önyargilarini yok edecegi yerde,bu önyargilarin devamini saglayici yönde rol oynamislardir.

Kanimca bu zamana kadar süren bilgisizlik ve kimi cikar gruplarinin kiskirtmalarindan kaynaklanan irk ve inanc taassubunu gidermenin yegane yolu, Türkiye yurttaslarini aydinlatabilecek, bilimsel yöntemlerle kilavuz edinmis arastirma faaliyetlerine hem üniversiteler ve diger devlet kurumlari, hem de vakiflarimiz derneklerimiz tarafindan vakit kaybedilmeden girisilmesidir. Anadolu Aleviligi incelenirken dikkate alinmasi gereken ve bilimsel arastirmalarca artik kesinlik kazanmis bulunan su nokta, konuya nasil yaklasilacagini göstermek bakimindan oldukca önemlidir. Çünkü bu önemli nokta kavranmaksizin, Anadolu’da Alevilik konusu anlasilamayacagi gibi, bu yanlis temel üzerine bina edilecek aciklamalar da dogal olarak bilimsellikten uzak, yanlis bilgileri icerecektir. Anadolu’daAlevilik-Bektasilik konusu ancak, Türk kitlelerin anayurtlarinda, göc etmeleri sirasinda ve son olarak geldikleri Kücük Asya’da yani Anadolu’da karsilasmis bulunduklari, dinsel ve kültürel akimlar anlasilmak suretiyle ele alinabilir.

Demek ki Anadolu’da Alevilik-Bektasilik’in kökenini, Sünni-Sii bölünmesine kaynaklik eden olaylarda aramak tarihsel ve sosyolojik olarak hicbir gecerlilige sahip bulunmamaktadir. Konu üzerinde yerli-yabanci bilimsel arastirmalarin bugün ulastigi sonuc budur. Bu arastirmalardan, Fuad Köprülü, F.W.Hasluck, Irene Melikoff, Süreya Faruki ve Ahmet Yasar Ocak gibi arastirmacilarin, arastirmalarini kastediyoruz. Türk kitlelerin yüzyillara yayilan zamansürecinde ve farkli cografyalarda, farkli inanclara ve kültürlere sahip halklarla iliskide bulunmalari sonucunda olusan bu dinsel ve kültürel senkretizm Aleviligin nlasilabilmesinin yegâne anahtaridir. Senkretizm, bagdastirmacilik anlaminda kullanilmaktadir. Bu, bircok dinsel ve kültürel unsurlarin, bagdasmasini, icinde barindirmasini ifade eder. Kisaca tanimlamak gerekirse, Anadolu Aleviligi iste bu senkretizm sonucunda olusmus bulunan heterodoks bir islâm anlayisidir. Ahmet Yasar Ocak’a dayanarak heterodoksi teriminin, sosyal siyasal ve dinsel üc ayri cephesinin oldugunu söyleyebiliriz. Heterodoksi, kabul edilmis din anlayisina yani ortodoksiye karsit, aykiri bir din anlayisini ifadeeder. Heterodoksi siyasi iktidarin desteginden yoksundur ve cevrenin din anlayisinitemsil eder. Bu heterodoks islâm anlayisi, tarihsel ve sosyal kosullarin dogal bir sonucu olarak, kitabi olmaktan cok sözlü gelenege dayali, eski inanclarin ve mitolojinin islâmi sekiller altinda yasamaga devam ettigi bir halk islâmligidir. Ikibinli yillara girmek üzere oldugumuz su yillarda Alevilik konusunun gerektigi gibi ele alinmamasinin tarihsel ve sosyolojik kökenleri oldugu da bir gercektir.

Öncelikle bu durumu ele alalim: Osmanli’dan bu yana iktidarlar (Özellikle 16.yy.dan itibaren) büyük ölcüde siyasal nedenlerle, Alevi-Bektasi kitlelerin birakin gereksinmelerini dikkate almayi, bizatihi varliklarinipotansiyel bir tehdit olarak algilayagelmisler, onlara Sünni kitlelerden farkli bir yaklasim icerisinde olmuslardir. Kimi önyargilar nedeniyle, cok dinamik bir yapi sergileyen Anadolu’nun etnik ve dinsel yapisi gerektigi gibi incelenememistir. Bu degerlendirmem, kismen Sünnilik icin degecerli olmakla birlikte, özellikle Sünni olmayan, heterodoks islam ve islami olmayaninanclar icin gecerlidir. Bu durum Türkiye ile ilgili yabanci eserlerde de görülmektedir. Öyle ki bircok yerli ve yabanci eserde, Anadolu’da sanki sadece sünni halk varmis gibi degerlendirmeler yapilmis ve ortaya sakat bir tarih anlayisi cikmistir. Bu sakat tarih anlayisi, ne yazik ki bugünlerde sivil toplumcu ve demokrat gecinen Türkcü ve islamci yazarlarca hic bir zaman elestirilmemis, hatta bu durumdan kendilerince yararlanmislardir. Ne hazindir ki, milyonlarca Alevi inanca mensup insanin yasadigi Türkiye’de egitim kurumlarinda okutulan kitaplarda, Alevilik konusunda bir tek satira dahi rastlamak mümkün degildir. Inanilir gibi degil! Bir ülke düsünün ki, o ülkede milyonlarca Alevi bulunsun, ancak o ülkenin egitim kurumlarinda okutulan tarih kitaplarinda, zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi kitaplarinda Alevilik konusu görmezden gelinsin? Hatta kimi sözlüklerde ve kitaplarda Alevi olmak asagilansin. Esasinda bugün yasanan Alevi-Sünni meselesinin temelinde yatan ana faktör bilgisizlik ve Selcuklu’dan bu yana bütün iktidarlarin halka Sünniligi empoze etmesidir. Yine bu iktidarlar olayin psikolojik yönünü de ihmal etmemisler ve Aleviler’e insanlik disi iftiralarda bulunulmustur. Bu iftiralar ve katliamlarin din adina yapiliyor oldugu noktasina da özellikle önem verilmistir. 
  
 

A- ANLAM VE TARiHSEL GELISIM  

Türkce’de "d" harfi ile baslayan ender sözcüklerden biri olan "dede" sözcügü Oguzca kökenlidir. Bu sözcük edebi Türkce’de "baba, dede, ced, ihtiyar, amca ve dayi" anlamlarinda kullanilmistir. Ancak biz burada bu sözcügün toplumsal ve dinsel yönleriyle ilgilenecegiz. "Dede" sözcügünün, Orta Asya’da yasayan Türk topluluklarinda halka yol gösteren tecrübeli ve bilgili kisiler icin kullanilan "ata" ve "baba" sözcükleriyle ayni anlamda fakat nisbeten daha sonraki dönemlerde kullanildigi söylenebilir. Hoca Ahmed Yesevi’nin cagin dan baslamak üzere Türklerin arasinda, Arslan Baba, Hakim Ata, Mansur Ata, Çoban Ata, Baba Macin, BabaTahir, Baba Merendi ve Barak Baba gibi taninmis sahsiyetlerin varligi, bu ünvanlarin yayginligini göstermektedir. "Dede" ünvani da tipki "ata" ve "baba" ünvanlarigibi saygi ifadesi olarak yaygin bir sekilde kullanilmistir.

Anadolu’da "ata" sözcügünün ünvan olarak az kullanildigini, ancak "baba" ünvaninin ve "ahi, seyh, dede", gibi ünvanlarin daha cok kullanildigini görüyoruz. Sonuc olarak, "dede" sözcügü Anadolu’da "ata" ve "baba" sözcükleri gibi ulusal efsane kahramanlari ve din ululari icin kullanilir hale gelmistir. Bu sözcügün isimden öne kullanilisi bakimindan en bilinen örnek, Oguzlarin menkibevi ozani Dede Korkut adindaki kullanilisidir. Oguz bilicisi olarak nitelendirilen bu efsanevi sahsiyet, kahinlik, keramet gösterme ve ozanlik gibi özelliklere sahipti.Dede Korkut’un yine "dede" ünvanli, Ürgec Dede adinda bir oglu oldugu da rivayetedilmektedir. Yine bu sekilde bir kullanima Germiyanogullarina ait tahrir defterlerinde de rastlaniyor: "... Resul Bey’den Dede Bali’ya miras degmis. Dede Bali hizmetleri dahi atalari cânicün vakfeylemis,..." .

Dede ünvanli bir diger sahsiyet ise, XIII.yüzyilin ilk yarisinda yasamis bulunan ve Baba ilyas’la ayni cevreye mensup heterodoks dervislerden Dede Garkin’dir. Elvan Çelebi’nin Menâkibu’l-Kudsiyye Fi Menâsibi’l-Ünsiyye’sinde onu zikreden bircok beyit vardir. Dede Garkin bir beyitte su sekilde aniliyor: Dede Garkin ki cedd-i âladur, Zikri onun kamudan evladur. XIII.yüzyildan itibaren kaynaklarda "dede" ünvaninin, "ahi, baba, seyh, abdal" gibi yaygin olarak kullanildigini görüyoruz. Bu konuda Ömer Lütfi Barkan’in "Kolonizatör Türk Dervisleri" adli calismasinda verdigi Defter-i Hakani kayitlarinda, Çicek Dede,Hüsam Dede, Kirik Dede, Kasim Dede ve Sögüt Dede gibi "dede" ünvanli bircok kisiyerastlaniyor. Barkan’in makalesinde sundugu Defter-i Hakani kayitlarindan anlasildigiüzere, Anadolu ve Balkanlar’daki kolonizatör dervis ailelerinin adlarinin yani sira "ahi, baba, dede, seyh, hoca, haci, pir, abdal, gazi, dervis" ünvanlarinin yogun olarak yer aldigini görüyoruz.

Kayitlar agirlikli olarak hicri 900-1000 yillari arasindaki yillara aittir. Ayni sekilde Evliya Çelebi’nin "Seyahatnâme"sinde de "dede" ünvaninin yayginligi konusunda yeterli örnek bulunmaktadir. ingiliz arastirmaci F.W. Hasluck’a göre yukarida sayilan ünvanlari tasiyan kisi Türkmen âsiret önderleri bu âsiretlerin hem siyasal, hem dinsel önderleri konumundaydilar. Bu âsiret önderlerinin ayni zamanda dinsel önder olduklarini, ancak toplumsal yapinin karmasiklasmasinin ardindan dinsel ve diger toplumsal görevlerin ayristigini belirtiyor.Çok yerinde bir tespitte bulunmus olan Hasluck, "pir, dede, baba, seyh" gibi kavramlarin zamanla salt dinsel bir renge büründüklerini de vurguluyor. Ben de bu görüse katiliyorum. Buna göre Sari Saltuk, Dede Garkin, Haci Bektas, Abdal Musa gibi sahsiyetler hem siyasal, hem dinsel önder konumundaydilar. Soylarindan gelenlerce olusturulan ocakzâde aileler zaman icerisinde daha cok dinsel alanda etkin oldular. Örnegin Dersim’de âsiret agalari ile ocakzâde aileler isbirligi icerisinde toplumdaki etkinliklerini sürdürüyorlardi. Dede ünvani Bektasi ve Mevlevi tarikatlarinda da kullanilirdi. Mevlevilikde cile doldurmus dervisler "dede" ünvanini alirlardi. Bektasilikde ise "dedebaba" seklinde kullanilir ve Haci Bektas Tekkesi’nde pir postunda oturan Bektasi Babasi "Dedebaba" ünvaniyla anilirdi.
 

B- ALEVILIK’TE DEDE KAVRAMI VE ILGILI BAZI KAVRAMLAR 

Alevi köylerinde cemaatin lideri dedelerdir. Dedeler, sosyal hiyerarsinin en üst noktasinda bulunurlar. Dedelerin sahip olduklari yetkiler ve yaptirim gücleri cemaatin sosyaldüzenini saglayan cok etkili bir güctür. Bu sekilde farkli bölgelerde yasayan Alevi topluluklar, ayni gücün yani dedelerin siki kontrolü altindadir. Eröz’ün de belirttigi gibi "...Cemaat siki bir disiplin bulunmakta, kaideler ve müeyyidelere göre hareket etmektedir..  Alevi Dedeleri, Türkiye’nin cesitli yerlerinde bulunan "Ocak"lara baglidirlar. Bundan dolayi kendilerine Ocakzade de denilir. Ocakzade dedelerin Peygamber soyundan geldikleri yani evlad-i resul olduklari kabul edilir ve bu nedenle "seyyid" adi ile de anilirlar. Dedeler belli zamanlarda kendilerine bagli yerlerdeki taliplerini ziyaret ederek,dinsel törenler düzenler, toplulugu bilgilendirir ve anlasmazliklari giderirler. Aleviler zaman zaman "Dede" ile ayni anlamda olmak üzere "pir", "piro", "mürsid", "sercem" ve "seyyid" sözcüklerini de "Dede" sözcügünün yerine kullanmaktadir. Dede sözcügü ile ilgili olarak, mürebbi, rehber, musahip, talip sözcüklerinin de bilinmesigerekir. Simdi kisaca bunlari aciklayalim:

Mürebbi: Kimi zaman "Dede" sözcügü yerine kullanilsa da, mürebbi ocakzade dede bulunmadigi zamanlarda Alevilerin dinsel hizmetlerini görmek üzere ocakzade dede tarafindan tayin edilmis kisidir, yani dede vekilidir. Dikme dede de denir. Mürebbi,egitici anlaminda da kullanilmaktadir.

Rehber: Ayinlerde belli görevleri olan ve talibi mürside (dedeye) götüren kisidir. Ayin sirasinda Alevi yol ve erkânini bilen herhangi bir kisi bu görevi yapabilir. Ben bu anlamdakullanacagim. Dedelik kurumunda rehberin hiyerarsik bakimdan da farkli anlamda kullanildigi yerler vardir. Dedelerden aldigim bilgilere göre ayni ocaga mensup Dedeler toplanarak taliplerin hizmetlerinin görülmesi icin görev bölümü yaparlarmis; yani mürsidlik-pirlik-rehberlik postlarinda kimin oturacagi belirlenirmis.

Musahip: Alevilikte ergenlik cagina girmis iki kisinin ayni zamanda bir törenle Alevilige girmesine musahip olma denir, musahip olan kisiler kardes sayilirlardi. Musahibi olmayancem törenlerine katilamazdi.Musahiplik cemleri, dedelerin önemli islevlerindendi ve toplumsal önemi büyüktü.

Talip: Ocakzade olmayan, yani Peygamber soyundan gelmeyen bütün Aleviler icin kullanilan bir sözcüktür ve her talip ocakzade bir dedeye baglidir. Abdurrahman Yilmaz "Tahtacilarda Gelenekler" adli önemli arastirmasinda Dede’yi söyle niteliyor: "... Dede, peygamber ve evliyanin yolunda yürüyen agirbasli temiz yürekli okumuskimselerdir. Peygamberin evliyanin ve hakikatin âsiki olup saz ve sözle onlarin menkibelerini terennüm ederek bendelerini irsad eder..." Eski Erzincan Valisi Ali Kemali ise su bilgileri veriyor: "Kudret ve kerametlerine inandiklari birtakim adamlar da vardir, ki bunlara "Dede" ve "Seyyit" adi verilmektedir. Seyyitlik ve dedelik cocuktan gecer, bunlara bagli olanlara "mürit" ve "talip" denilir. Seyyit ve dedeler, atalarinin Horasan’dan geldigine ve Tahire sülalesine mensup olduklarini inanirlar. Seyyit ve dedeler halktan "Uma" dedikleri armagani alarak gecinirler. Bu armagan,esya veya para olabilir. Dini bir armagandir, miktari belli olmayip herkesin servetine,iktidarina ve arzusuna göre az veya cok olur... Seyyit ve dedeler bir asirete mensup degildirler, ancak bir ve daha cok asirete seyyitlik ederler. Bunlarin isaretiyle cemiyetlerinde ve büyük bir ise girisimlerinde Aleviler, daha cok genellesmis bir ifadeyle Kizilbaslar, gülbank cekerler..." 
 

A- ESKI TÜRK DIN ADAMLARI ILE BENZERLIKLER:

Dedelik kurumunun kökeni geleneksel bakis acisiyla soy konusuna dayanilarak salt islam kaynakli degerlendirilmeye calisilsa da, tarihsel ve sosyolojik veriler bunun dogru olmadigi yönündedir. Anadolu’da bugün yaygin olan saz gelenegi, kadinli erkekli törenler ve bu törenlerde yapilan "semah" adi verilen dinsel danslar gibi "Dedelik kurumu" da islamiyet öncesi Türk toplumuna dayanmaktadir. Bunlarin kökenini salt islamiyet icerisinde aramak bosunadir. islam Dini’nin dogdugu yer olan Arabistan ve Türkiye disindaki müslüman ülkelerde ne saz’i, ne semah gösterilerini, ne de kadinli erkekli cem törenlerinigöremeyiz. Kökeni islam öncesine dayanan bu unsurlari Türkler islami sekiller altinda yasatarak, islam dinine kazandirmislardir. islami sekiller altinda bugün hem Sünni hem de Alevilerarasinda yasayan islamdisi bircok unsurun varligi inkâr edilmektedir. Bu bilimdisi tutum islam’a da bir yarar saglamamaktadir. Çünkü her evrensel din yayilirken ve farkli kültürlere mensup insanlarca benimsenirken bu tür farkli unsurlari bünyesine almaktadir. Farkli inanc ve kültürlere ait unsurlar o dini zenginlestirmekte, güclendirmektedir. Dedelik kurumu da ayni sekilde eski atalarimizin inanclarina dayanmaktadir. Bugün her ne kadar ortodoks sünni gruplarin bir bölümünce islamdisi sayilsa da, Aleviler ve dolayisiyla Dedelik kurumu islam’in icinde ve onun heterodoks kanadini temsil etmektedir. Dedelik kurumunu anlayabilmek icin, eski Türklerde benzeri görevleri yerine getiren kam (saman, baksi)larla da karsilastirmak zorunludur. Ancak bu sekilde Dedelik kurumunu anlamak mümkündür.
 

B- DEDELIK KURUMUNUN OLUSUMU

Burada Anadolu’da Dedelik kurumu’nun nasil olustugunu aciklamaya calisacagim. Ancak daha önce bazi arastirmacilarin görüslerine yer verecegim: Dedelik kurumunun olusumu, daha önce degindigimiz Anadolu’ya göcler sonrasinda heterodoks seyh ve dervislerin öncülügünde gerceklesen kolonizasyon hareketiyle yakindan iliskilidir. Her ne kadar dedelik kurumunun olusumunu ortaya koyan tarihsel veriler sinirli ise de, bugün halâ yasayan Alevi Ocaklarinda yasamakta olan bu dervislerin adlari, bu iliskiyi büyük ölcüde dogrulamaktadir. Alevi Ocaklari’nin adlarinda buyarisavasci, kolonizatör dervislerin adlari yüzyillardir yasamaktadir. Kendilerine bagli oymaklarla Anadolu’nun cesitli yerlerine yerleserek, zaviyeler kuran, nüfus ve ekonomik bakimlardan buralari zenginlestiren savasci niteliklerine daha önce degindigimiz bu dervisler hem maddi, hem manevi büyük nüfuza sahiptiler. Bu dervislerin adlarini tasiyan Alevi Ocaklari, onlarin kutsal kimlikleri cercevesinde ortaya cikmis ve soylarindan gelenlerce de bu "ocak" gelecegi sürdürülerek bugüne kadar gelmistir. Bu konuda Ocak su bilgileri sunuyor: "...

Bugünkü dedelerin mensup bulunduklari ocaklar, XIII.yüzyil Anadolusuna göclerle gelip muhtelif yerlere yerlesen Dede Garkin, Haci Bektas, Sari Saltik vb. bu Türkmen babalarinin soyundan gelir. Onlar tipki Samanlar gibi kabilelerinin yöneticileri idilerve kabileleri genellikle onlarin isimlerini tasirdi. Arsiv belgelerinden bunu cok rahatlikla görebiliyoruz. Sah ismail Aleviligi organize ederken, dedelik kurumunu da bir tarikat seyhinin yetki ve hüviyetiyle donatti. Ayrica Hz.Ali soyunca nisbet ederken ellerine birer siyadetname (seyyidlik belgesi) verip hepsini kendine bagladi. Bu, dedelik kurumunu kutsal bir yapiya kavusturdu. Böylece bugün bildigimiz dedelik kurumu tesekkül etmis oldu..." Eldeki tarihsel verilerden edindigimiz bilgiler dogrultusunda Ocak’in bu ifadelerine katiliyor ve dedelik kurumunun ve ocaklarin kökeninin ancak bu sekilde aciklanabilecegine inaniyoruz. Simdi bu düsünceyi dogrulayan özet tarihsel bilgileri sunabiliriz: XIII. yüzyilda Anadolu’da faaliyette bulunan Baba ilyas, Haci Bektas-i Veli, Emirci Sultan, Dede Garkin ve Sari Saltuk gibi oldukca nüfuzlu seyhler bulunmaktaydi. (Bu seyhlerin güclerinin boyutunu anlamak icin Babailer isyani ‘1240’ ve sonrasindaki gelismeleri animsamak yeterli olacaktir)

Bugün hala, Dede Garkin ve Sari Saltuk gibi dervislerinadlarini tasiyan Alevi Ocaklari ve bu ocaklarin soyundan gelen Dedeler bulunmaktadir.Yine Vilayetname’de adlarina rastladigimiz ve Haci Bektas-i Veli ile iliskileri menkibevi sekilde anlatilan, Kara Donlu Can Baba, Seyyid Cemal, Seyyid Mahmud Hayrani, Haci Dogrul (Gözü Kizil) ve Güvenc Abdal’in adlarini tasiyan Alevi Ocaklari da bulunmaktadir. Yine hem Otman Baba menakibnamesinde, hem de XV.yüzyilda yasamis Seyh Muhyiddin Çelebi’nin Divan’inda adlari gecen Samit Abdal (Seyh Samit veya Samut) ve Hidir Abdal da Alevi ocaklarinda adlari yasayan dervislerdendir. Babailer hareketinin devami olarak görebilecegimiz Rum Abdallari’ndan XIV.XV. yüzyillarda yasamis ve Osmanli sultanlariyla fetih hareketlerine katilmis bulunan Abdal Musa ve Seyyid Ali Sultan (Kizil Deli Sultan)inda Alevi ocaklarinda adlari bulunmaktadir. Verdigimiz bu bilgilerden anlasilacagi üzere, bugün Alevi dedelerinin bagli bulundugu ocaklar, Dede Garkin, Sari Saltuk ve Seyyid Mahmud Hayrani gibi yukarida sundugumuz Alevi-Bektasi geleneginin kutsal kabul ettigi dervislerin adlarini tasimakta olup, Alevi dedeleri bu kutsal kisilerin soylarindan gelmektedir.

Alevi gelenegince, dedelik bakimindan olmazsa olmaz kosul olarak kabul edilen evlad-i resul olma konusu ise Safevi propagandasi sonrasinda gelismis, dedelik kurumu bugünbilinen seklini böylece almistir. Yogun Safevi nüfuz ve faaliyetiyle Alevilik daha organize bir görünüm almis dedelik kurumu da, Sah Ismail'in halifelerinin beraberlerinde getirdikleri, yazili eserler sayesinde örgütlenmis, sii motiflerin de yer aldigi heterodoks islam, Anadolu ve Balkanlar’in en ücra kösesine kadar bu sekilde ulasmistir. Böylece Sah ismail’in halifeleri, yazili eserler yoluyla yaydiklari belirli bilgilerle Aleviligin daha organize bir yapi arzetmesini saglamislardir. Dedelik kurumunda soy konusunun ön plana cikisi da Sah ismail döneminde gerceklesmis olmalidir. Safeviler, daha önce siyasal yararlar saglamak üzere kullandiklari seyyidlik konusunu Anadolu’daki Aleviler üzerindeki nüfuzlarini saglamlastirmak ve sürekli kilmak icin de kullanmislardir.Anadolu’ya XV.yy. sonlarindan itibaren Safevi propagandasi ile birlikte giren Hz.Ali kültü, Oniki imam kültü ve Kerbela Matemi gibi kültlerinde de bu soy konusunun ön plana cikmasini saglayici bir rol oynadigi söylenebilir.

Burada vurgulamak gerekir ki Haci Bektas-i Veli gibi tarikat seyhleri icin düzenlenen irsat secereleri, zamanla halk nezdinde sanki soy secereleriymis gibi algilanagelmislerdir. Sonuc olarak, Dedelik kurumu Dede Garkin, Sari Saltuk gibi Oniki imamlar soyundan olduklari kabul edilen maddi ve manevi nüfuz sahibi kolonizatör dervislerin efsanevi sahsiyetleri sonucu dogmus, soylarindan gelenler Alevilerce büyük saygi gösterilen Dedeler halini almislardir. 
  

A- SOY

Soy konusuna, eski ve orta caglarda ifade ettigi deger bakimindan da bakmak gereklidir. Bu caglarda, asil bir soydan gelmek, cesitli imtiyazlari da beraberinde getirmekteydi. Hemsiyasal, hem dinsel bakimdan ön plana gecmek isteyenlerin kendilerini ya padisah ya da peygamber soyuna mensup göstermeleri zorunlu idi. Eski ve orta caglarda, din büyükleriyle, hükümdarlarla ve peygamberlerle secereler yoluyla bag kurulmasi oldukca yaygindi. Bu caglarda soy ile övünme, önemli bir toplumsal gelenekti.

Eski Çinliler, Yunanlilar, Romalilar ve Yahudiler arasinda da soy kutsallastirilir,soy ile övünülür, secereler (nesepnameler) düzenlenirdi. islamiyet öncesinde Araplar arasinda da soya önem verilir, her kabilenin nesepnamelerini ezberleyen kisiler (nessabe) bulunurdu. Bu adet, Araplarin islami benimsemeleri sonrasinda da islami bir sekil altinda yasamaga devam etmis, Hazreti Muhammed’in soyundan gelenler (evlad-i resul) seyyid(Hz. Hüseyin soyundan olanlar) veya serif (Hz. Hasan soyundan olanlar) adiyla anilir olmuslardir.

Zaman icerisinde "seyyid" sözü daha cok kullanilir olmustu. Abbasilerden baslamak üzere evlad-i resule, iktidarlarla iyi gecindikleri sürece büyük saygi gösterilmis, özel giysi ve belirtilerle halk arasinda dolasabilen bu kimselerin isleriyle ilgilenmek üzere, yine peygamber soyundan gelen bir Nakib’ül Esraf (Ali Evladi müfettisi) atanmistir. Nakib’ül Esraf’in basinda bulundugu kurum, peygamber soyundan gelenlerin islerine bakar, neseplerini, dogum ve ölümlerini kaydeder; onlari kötü durumdan korur; fey ve ganimetten paylarini dagitir, kadinlarin kendilerine uygun olmayanlarla evlenmemelerini saglar ve sahte seyyidlikolaylarini takip ederdi.

Tarikat büyükleri ve seyhlerinin de irsad secereleri bulunurdu. Soyca peygamber soyuna dayanmamakla birlikte, bu kisiler de irsad secereleri veya tarikat silsilenameleri yoluylapeygamber soyuna baglanirlardi. Eski Türkler de soya cok deger verirlerdi. Hakanlik cogunlukla babadan ogula gecerdi ve ordu komutanliklari sadece han veya hakan ailesine ait olurdu. Hakanlik kutsaldi, cünküsoyu nedeniyle yönetme yetkisinin tanri tarafindan verildigi kabul edilirdi. Oguzlar’in nesepnamelerinde, onlarin soyunun Nuh peygamberden basladigi cesitli Ortacag kaynaklarinda yazilidir. Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan’in soyu da Adem peygambere kadar uzatilirdi. Osmanli hanedaninin soyu da Nuh peygambere dayandiriliri. Osmanli tarihcileri bu türsecereler düzenlemislerdi. Ayni sekilde Safeviler de, Seyh Cüneydden baslamak üzere Seyyidlik iddiasinda bulunmuslar, kendilerine ileride büyük yararlar saglayacak olan, atalari Seyh Safiyüddin Erdebili’nin evlad-i resul oldugu iddiasini öne sürmüslerdi. Bu iddiayi secereler yoluyla da desteklemekteydiler. Anadolu’daki heterodoks Türkmen boylarinin destegiyle kurulan Safevi Devleti’nin kurulmasinda soy konusu oldukca etkili olmus, büyük yararlar saglamistir.
Sonuc olarak, verilen bu örneklerden anlasilacagi gibi, o dönemlerde soy, egemenligin elde edilmesi, sürdürülmesi ve saglamlastirilmasinda son derece önemli bir unsurdu.
 

ALEVI GELENEGINE GÖRE DEDELERIN SOYU 

Alevi geleneginde, dedelerin "Evlad-i resul" yani peygamber soyundan oldugu kabul edilir ve bundan dolayi dedelere seyyid de denilirdi. Geleneksel görüse göre, ocaklar ve dergahlar seklinde örgütlenen Alevilik’te, bu ocak ve dergah kurucularinin ve dolayisiyla onlarin soylarindan gelenlerin evlad-i resul yani seyyid oldugu kabul edilirdi. Aleviler arasinda genel kabul görmüs bu geleneksel görüs Aleviligin esaslarinin yazili oldugu "Buyruk" kitaplarinda vurgulanmaktadir. Imam Cafer Buyrugu, Seyh Safi Buyrugu, gibi Alevi köylerinde bulunan bu kitaplarda da bu görüs hakimdir. Örnegin Buyruk’ta yer alan, "Ol zamandan bugüne kadar, seriat, tarikat, marifet, hakikat ve pirlik secde Muhammed Ali’den kaldi. Ol sebepten evlad-i Resulden gayrisine pirlik vetmek ve talip olmak caiz degildir..."seklindeki ifadelerle bu soy konusuna iliskin geleneksel görüs teyid edilmektedir.

Türk soyundan gelen dedelerin nasil evlad-i resul (seyyid) sayildiklari konusu da tartismalidir. Bugün icin yanitlanmasi zor bu konu hakkinda Alevi geleneginin tabii ki bir yaniti vardir.Benekay’in su ifadeleri Alevi geleneginin bu konudaki görüsünü cok iyi yansitmaktadir: "... Hazreti Ali ve evlâdi, Muaviye devrinden basliyarak tarih boyunca cok zulüm gördü... Ali evlâdi, Arabistan yarimadasindan kacip iran’a sigindi. Ama onlara en sicak yüregi oralardakiTürk boylari, Türk asiretleri acti. Böylece soylari karisti. O soylar gele gele bugüne geldi. Düsüncelerinizde böyle bir soru belirecek olursa, nasil oluyor da bir Türk, Hazreti Ali soyundan gelir? diyecek olursaniz, cevabi budur." Degisik Alevi ocaklarindan dedelerle yaptigimiz görüsmelerde de soy konusu soruldugunda, büyük bir bölümü bu sekilde aciklamislardir. Sonuc olarak diyebiliriz ki, Alevi gelenegi, Alevi dedelerinin evladi Resul olusunu bu sekilde aciklar. 
  

A- DEDELERIN NITELIKLERI

Aleviligin temel ilkelerinin yazili oldugu buyruk kitaplarindan, cesitli arastirmalardan ve Aleviler arasinda günümüze kadar sürmüs bulunan uygulamadan anlasildigi üzere dedelersu niteliklere sahip bulunmaktaydilar:
Dedelerin,

1-Evlad-i Resul (ocakzade) olmalari,
2-Egitici, terbiye edici (mürebbi) olmalari,
3-Bilgili ve örnek insani özelliklere sahip (mürsid-i kâmil) olmalari,
4-Buyruklarda yazili esaslara ve yerlesmis geleneksel Alevilik esaslarina

uyuyor olmalari gerekirdi. Simdi bunlari inceleyelim. Hem Aleviler arasindaki yaygin inanca ve hem de "Buyruk" kitaplarindaki bilgilere dayanarak denilebilir ki dede, dede soyundan yani ocakzade olmalidir. Ocakzade olan dedeler Evlad-i Resul yani seyyid kabul edilirler.

Bu konuda "Buyruk"larda yeralan ifadelerden bazilari su sekildedir: "Ve hem dahi ol pir hazreti oniki imam evlâdindan ola ki pirligi makbul ve muhakkak ola ki pirligi caiz ola. Evlad-i Resulden olmazsa pirligi caiz olur mu?
El cevap: Olmaz " "Tâlib olan kisiye lazim olan sudur ki erenlerin edebini gözleye, velilerin izini izleye, namahrem kimselerden sakina, erenlerin sirrini aciga cikarmaya, el verip etek tuttugukimsenin aslinin dogruca Ehl-i Beyt’e ciktigini bile, ona göre biat ve inabe kila (baglana). Eger bir kisi bos etek tutsa, muhremini bilmese, o tâlibden Allah ve melekleri, bütün evliyâ ve peygamberler bizar olur...

iMAM CÂFER-i SÂDIK buyurur ki: Bir kisi Hakk’a tâlib olsa, Evlâd-i Resul’den baskasina kendini teslim eylese yani bilmedigi yerden biat ve inabe kilsa (el etek tutsa) onun mesrebi ve tuttugu etegin silsilesi Evlâd-i Resul’e ve Muhammed-Ali hazretlerine cikmasa, o kisinin  seyhi seytan olur. Mahser gününde erenler katarindan ve Hak didarindan mahrum kalir. Hz.Peygamber buyurdu ki: "Benim evladimdan baskalarini pir edinenlerin piri seytandir"

"Ol zamandan bu güne kadar, seriat, tarikat, maarifet, hakikat ve pirlik secde Muhammed-Ali’den kaldi. Ol sebepten, evlâdi Resulden gayrisine pirlik etmek ve talip olmak caiz degildir. Yedigi, ictigi haramdir. Murtadi tarikat, murtadi hakikattir. Vehem irsadi ve biati ve tövbesi makbul degildir. Çünkü evlâdi Resulden biati yoktur. Sermayesiz kalmistir. Onun asli asla yoktur. Ol kimse Oniki imam dergâhindannasibsizdir." "Hazret Resul bir hadiste buyurur ki Allahu Taalâ hazretleri kelâmi kadiminde öyle buyurmus ki "asil asildir" demistir. Zira ezelden hirka ve meftul ve irsad ve tövbe ve pirlik ve seccade bunun cümlesi Sahi Merdan Ali’ye gelmistir. imdi sah evlâdi venesli olmayan kimseye pirlik etmek caiz degildir. Evlâd-i Muhammed-Ali’den ola ki pirligi caiz ola. ilmi ile amil ola.

Dört kapi, kirk makamdan on iki erkândan on yedi kemerbestten, üc sünnetten yedi farzdan bir  sarttan, mesayihi kübra ilminden haberdar ola. Ve tarikat ile otura dura ki hakikat ile yola vara ki pirligi caiz ola. Çünkü talip ve yol mürsidindir." "Surasini iyi bil ki, Ulu Tanri "Ya Muhammed! iki cihanda benim diledigim sensin. Seni, kendi  varligim icin yarattim ve onsekiz bin âlemi senin icin yarattim. Eger sen olmasaydin, evet sen olmasaydin yerleri ve gökleri ve ikisi arasindaki varliklari yaratmazdim."buyurur.Su halde, bu delil ile bizlere farz oldu ki, O’nu can-i gönülden sevelim ve de O’nun soyunu (Ehl-i Beyti’ni) sevip muhabbet edelim. Çünkü Resulullah efendimiz, evrenin var olmasinin sebebidir. Yine Ulu Tanri buyurur ki: "Ya Muhammed! Ululugum ve celalim hakki icin her kim seni ve evlâdini sevip muhabbet eylerse, yerler ve gökler kadar günahi da olsa bagislarim, rahmetimi ona esirgemem. Veher kim ki seni ve evlâdini evmezse, yerler ve gökler kadar ibâdet etmis olsa da, onun yeri cehennemdir, sonsuza dek oradan cikmaz." Yine Hz.Resûl buyurur ki: "Bir kimse gönlünü Resûl’ün evlâdindan baskasina teslim eylese ya da baglandigi kimsenin mesrebi Hz.Resûl’e cikmasa, o kisinin seyhi (önderi) seytandir. "Bundan, Allah’a siginiriz." "Öyleyse, imdi: Halifeler (tarikati seven muhipler) ve Pir’ler bu erkâni (ilkeleri) yerli yerince göreler (uygulayanlar) ve de seyh’in (Mürsid’in) mesrebi ve silsilelerini (soy kütügülü) Sah-i Velâyet imam-i Ali’ye ulastiralar. Talip götüren (egiten) kisiye gerektir ki bu sorularda kâmil (olgun mürsid) olalar, yeri gelince cevap vereler. Yukarida belirtilen ilkelerle cevap vermezse, o kimsenin Pir’ligi ve mürebbiligi caiz degildir. imdi, mürebbi ve pir (mürsid) olan ve halife (talip, muhip) yurdunda olan kimselerin, bu suallerde hic kusuru olmaya, cok önemlidir ve hem farz-i ayn’dir, vaciptir." Sonuc olarak denilebilir ki, dedelerin Evladi Resul yani seyyid olmalari bir önkosul idi. Dedelerin bir diger önemli niteligi ise, egitici (mürebbi) olmalari idi. Dedelerin mürebbi yani egitici nitelikleri o derece önemliydi ki, mürebbi sözcügü,tipki pir ve mürsid gibi dede yerine kullanilmaktaydi. Dedelerin bu önemli niteligi Seyh Safi Buyrugu’nda ele alinmakta, mürebbiligin üc sarti ve dört nisani aciklanmaktadir. Ayni sekilde görüstügüm dedeler de, dedelerin egitici olma niteliklerine önemle dikkat cekmislerdir.

Yine imam Cafer Buyrugu’ndaki su ifadelerle de dedelerin egiticilik yönleri vurgulaniyor: "... Ve tarikat bablarin ve hikmetlerin ve beyanlarin ve ayetlerin tamam bilmeyince, erkân dahi gayet ögrenmeyince ve bildirmeyince onlarin pirligi caiz olmaz. Yedikleri aldiklari haramdir."Dedelerin bilgili ve cemaatlerine örnek olacak insani özelliklere sahip olmalari da gerekmekteydi. Dedeler, taliplerinin dinsel hatta toplumsal planda karsilastiklari sorunlari cözmelerinde onlara yol gösterecek bilgi donanimina sahip bulunmak zorundaydilar. Ayrica dedeler, örnekinsan olarak kabul edilirler, cemaat icerisindeki saygin konumlarina uygun ahlaki nitelikleresahip olmalari gerekirdi. Gerek "Buyruk" kitaplarinda, gerek Aleviler ve dedeler ile görüsmelerde, ideal dede tasvir edilirken bu noktalar vurgulanmis, günümüzde bu niteliklerin eski rol ve önemlerini giderek yitirdiklerinden yakinilmistir. imam Cafer Buyrugu’nda yer alan, "... Amma ki pir olan ve rehber olan okur yazar ola...Ve pir oldur ki, hem kâmil ola, hem dörtkapi nedir ve ne oldugunu bile.

Ve ayetler ile âmil ola. Hem dahi amel ede. Ve makamlarinbile." gibi ifadelerle de, dedelerin bilgili olmalari konusu vurgulanmaktadir.Alevi dedelerinin "Buyruk"larda yazili esaslara ve gelenek halini almis Alevi esaslarina göre davranmalari zorunludur. Kendileri bu kurallara uymalidir ki, taliplerin de bunlara uymalari saglanabilsin ve uymayanlar kinanabilsin veya cezalandirilabilsin. Bu kurallara uymayan dedelerin dedelik yapabilme yetkileri ellerinden alinir, yani tarikattan düsürülür. Alevi "Buyruk"larinda dedelerin bilmesi gerekli esaslar ayrintilariyla yazilidir. Yazili olmayan durumlarda, dede kendisi, cemaatin de görüsünü alarak kararini verir. Dede, taliplerin yol atasi olarak kabul edildiginden ve oniki imamlari temsil ettigine inanildigindan, oldukca genis yetkilere sahiptir. Zamanla dedeler, "Buyruk"larda yazili kurallara göre karar vermeyi birakmislar ve kendi bilgileri ve görgüleri dogrultusunda karar vermeye baslamislardir. Bazi bölgelerdeOniki Burc olarak adlandirilan suc ve cezalarin yazili oldugu esaslarin uygulandigi görülmektedir ki, bu Anadolu’nun farkli bölgelerinde bulunan Alevi zümrelerinin bazi farkli uygulamalarina isaret etmektedir. Dedelerin taliplerce ziyaretleri dahi belli kurallara baglanmistir.

Buyruk’ta Dede’yi ziyaret icin üc kosul öngörülmektedir: "imdi malûm oldu ki mürsid ve sûfi olan, pirin ve mürebbinin nazarina varmakta üc erkân vardir.

Birinci: eli kuru bos varmaya,
ikinci: abdestsiz ve taharetsiz bedhuy ile varmaya,
Ücüncü: Mürsidin ve mürebbinin ve üstadin yanlarinda seriat ehli oldukta, ellerin baglayip nazarda duralar. Ondan seriat ehli gittikten sonra kalkip nazara gecip hayir dua alip evvel ayaklarina sonra dizlerine ve ondan ellerine niyaz edeler. Eger ki yanlarinda tarikat ehli olursa sûfi olan ellerin yanina salip dari mansur olup dura. Mürebbi ve mürsit ve üstad gülbenk edip talip ve mürit ve sakirt secde edip seytan aleyhünlâneden kurtulup melege ulu ademe secde edeler."
 

B- DEDELERIN ISLEVLERI

Daha önce dedelerin nitelikleri üzerinde duruldu. Simdi ise islevleri ele alinacaktir. Belirtilen niteliklere sahip bulunan Alevi dedeleri, gerek bulunduklari yerlesim alanlarinda,gerekse belli zamanlarda kendilerine bagli yerlerdeki taliplerini ziyaretleri sirasinda bu islevleri yerine getirirlerdi. Dedelerin uzakta bulunan talipleri icin kendilerine bagli bir mürebbi (dikme dede) atadiklari da görülmektedir. Dikme dede, kendisini atayan ocakzade dedeye bagimliydi. Ocakzade dede taliplerin sikayeti üzerine onu görevden alabilirdi. Dikme dede’ye, ocakzade dedeye verilen hakkullah da verilmez, her hasat zamani bir miktar ürün verilirdi. Hakkullah, ocakzade dede geldiginde ancak ona verilebilirdi. Bu dikme dedelerin bir bölümünün zamanla, bagli olduklari ocaklari tanimadiklari ve bagimsiz ocaklar olusturduklari da tahmin olunabilir. Dedelerin baslica islevleri su sekilde siniflandirilabilir:

1-Sosyal ve dinsel bakimdan cemaate önderlik etme, cemaati irsad (aydinlatma) ve bilgilendirme,
2-Dinsel ayinleri (cem törenleri) yönetme,
3-Suclulari düskün etme, Darginlari baristirma,
4-Bayram, cenaze, evlenme, sünnet vb. törenlerdeki görevleri,

Alevi dedeleri ve diger aile bireyleri toplumda büyük saygi görürler. Dede toplumun lideridir. Dedenin bu sayginligi daha önce belirtilen niteliklerinden kaynaklanmaktadir. Alevilerce dedenin soyu kutsaldir, dede en bilgili olandir, "Buyruk" kitaplarina sahiptir, onlari okuyabilir, tüm bu nitelikleriyle taliplerin her türlü problemlerine cözüm getirilebilir. Aleviler’de yasamin her alaninda dede nüfuzunu görmek mümkündür. Her konuda dedeye danisilir.

Dede belli araliklarla yapilan cem törenlerindetaliplere ögütler verir, onlari bilgilendirirdi. Aleviler dedelerin buyruklarina titizlikle uyarlar, uymayanlara cesitli yaptirimlar uygulanirdi. Dedeler, "Buyruk"larda yeralan dinsel esaslari, Oniki imamlar, Kerbela vb. konulari sürekli Alevilere ögretirlerdi. Her Alevi, yari tarihi, yari menkibevi veya bütünüyle menkibevi bu bilgileri ögrenirdi. Dedelerin en önemli islevlerinden biri de, cem törenlerini yönetmesinde kendini gösterir. Alevilerin ibadetlerinin temeli bu cem törenlerine dayanir. Ocakzade dedeler, her yil düzenli bir sekilde kendilerine bagli köylerdeki taliplerini ziyaret ederler. Dedelerin bu ziyaretleri, hasat zamani gectikten sonra yapilir. Dede bir yere geldiginde peyik (davetci) adi verilen bir kisi ve ev dolasarak dedenin geldiginive cem töreni yapilacagini köylülere haber verir. Köydeki evlerden biri cem töreni icin hazirlanir. Bu cem töreni (görgü cemi) cuma aksami, yani persembeyi cumaya baglayan gece yapilir. Cem’de oniki hizmet ve bu hizmetlerin ayri ayri sahipleri vardir. Cem’de oniki hizmet sahipleri ve görevleri su sekildedir:
 

Dede, cem törenini yönetir.
Rehber, cemde görgüsü yapilanlara yardimci olur.
Gözcü, cemde düzeni saglar.
Çeragci, ceragi (mumu) yakar, meydanin aydinlanmasini saglar.
Zakir, saz calarak deyisler söyler.
Süpürgeci, her hizmetin sonunda, süpürge calma görevini yerine getirir.
Sakka, su dagitir, lokmalar yendikten sonra temizlik icin ibrik, legen,havlu getirir.
Sofraci, kurban ve yemek islerine bakar.
Pervane, cemevine gelenler ve gidenlerle ilgilenir.
Peyik, cemin yapilacagini herkese haber verir.
Iznikci, cemevinin temizligine bakar.
Kapici, cem yapilan yerin kapisinda bekler.
Cem töreni, dede tarafindan görevlendirilmis yukarida adlari verilen hizmet sahiplerince, dedenin yönetiminde, belli bir düzen icerisinde yerine getirilir. Dede, cem törenini cem yapilan yerin baskösesinde bulunan post üzerinde oturarak yönetir. Burada cem töreninin karmasik isleyisi verilmekten cok, dedenin yönettigi bu cemin (görgü cemi) Aleviler arasindaki islevlerine dikkat cekilmek istenmektedir. Cem törenine düskün (suclu) olanlar alinmazlar.

Cem’e gelen talipler yüzleri dedeye dönük olarak belli bir düzen icerisinde diz üstü otururlar. Görgü cemi bütün taliplerin müsahipleriile birlikte görülmesi seklinde sürer. Her musahip görülmesinde dede, cemaatten razilik alir. "Bu canlardan razi misiniz?" diye sorar. Cem ’de kurban hizmeti de görülür. semah ve dualar (gülbâng) okunur. Cem'de isleyis, dedenin yönetiminde ve diger hizmet sahiplerinin hizmetleriyle büyük bir disiplin icerisinde yürütülür. Görgü ceminin yanisira, musahiblik cemi, Abdal Musa kurbani, Sultan Nevruz cemi, gibi diger toplanma zamanlarinda da yönetici konumundadir, cemaate ögütler ve bilgiler verir.iyi insan (insani kâmil) olabilmenin ancak, "eline, diline, beline bagli olmak" ilkesine uyularak mümkün olabilecegi ögütlenir.

Toplumun suc saydigi fiillere, agir yaptirimlarin uygulanacagi, Aleviligin kötü davranislari yapanlari disladigi, Alevi ulularinin da böyle kisilerden razi olmayacagi seklinde soyut, somut nitelikli cesitli telkinlerde bulunulur. Alevi dedelerinin önemli islevlerinden biri de, darginlari baristirmakti. Bu islev, cesitli nedenlerle ortaya cikan düsmanliklarin sona ermesini saglayarak, toplumsal huzurun bozulmasini önlüyordu.

Birbirleriyle konusmayan, dargin olanlar dedenin huzurunda mutlakabaristirilir, barismayanlar cezalandirilirardi. Bu kisiler toplum tarafindan dislanir, hatta sürgün bile edilebilirlerdi. Dedelerin darginlari baristirmasi islevi, cesitli arastirmacilarin da dikkatini cekmis, kapali bir toplumsal yapiya sahip Aleviler arasinda varolan suc oranindaki azlik ve toplumsal baris ortaminda bunun da rolü olabilecegine dikkat cekilmistir. Aleviler’de suc isleyen düskün, bu durum da düskünlük olarak adlandirilir. Düskün olanlara suclarina göre degisik cezalar verilirdi. Düskünlere tarik calinir, para vd. cezalar uygulanirdi ki, "Buyruk" kitaplarinda bu cezalar her suc icin ayri ayri belirtilmekteydi. Düskün olanlar cem törenlerine katilamazlar, kurban yiyemez ve yediremezler, toplumdan dislanirlardi. Ailesi bile o kisiyi evlerine alamazdi. Ayrica ücsünnet, yedi farz olarak bilinen esaslara uymayanlara uygulanacak cezalar da "Buyruk" kitaplarinda bulunmaktadir.
Cem’e katilmak ve kurban lokmasi yemek Alevi erkânina göre su kisilere yasak edilmistir ki bu yaptirim o günkü toplumsal kosullar düsünüldügünde oldukca etkili olmustur:

1-Müsahibi olmayana,
2-Mürebbisi olmayana,
3-Bekâr ve kizkardesi, annesi, isi gücü olmayana

cem’e katilmak ve kurban eti yemek yasaklanmistir. Eger talibin sucu, büyük günahlardan (günah-i kebair) ise dede’nin bu konuda yapabilecegi bir sey yoktur. Buyruk’taki deyimle "Ancak onun davasini mahserde Hak Taalâ icra eder."Oysa kücük  günahlarin (günah-i sagayir) cezalandirilma ve affedilmesine iliskin kosullarin belirlenmesi ve uygulatilmasinda dede tam yetkilidir. Buyruk’ta yer alan ve Hz.Ali’den, Selman-i Farisi’nin rivayet ettigi ".. Ve üstad hakkina riayet edeler.

Ve üstaddan can dahi sakinmayalar..." sözleriyle taliplere dedenin hizmetlerinin karsiliginin verilmesi, hatta ondan canlarini dahi sakinmamalari, canlarini feda etmeye hazir olmalari telkini yapilmaktadir. Taliplerin, dedelerce yargilanmasi ve cezalandirilmalarini, Aleviligin temel inanc esaslarinin yazili oldugu "Buyruk" kitaplarindan görelim: "Cem halinde bir kimseye bir sohbet düsse, yani bir tâlibden bir günah meydana gelse, söyle ki: Tarikat icinde noksanlik yapsa, yol ehli kardesler arasinda sitemli (suclu, düskün)olsa ve o toplantida "gözcü" olan kimse bunu görüp, eksigini yakalasa; düskün talib sitemine razi olup yola boyun verdigi takdirde, okimseye "erkân" sürmek lâzim gelir. Fakat, o mecliste halife yurdunda (mürsid makaminda) oturan kisinin bilmesi gerektir ki:

Bu tâlib ne gibi bir günahin sahibidir?
Kacinci sünnetten veya kacinci farz’dan düsmüstür?
Sünnet’den mi düstü yoksa farz’dan mi düstü?
Ve buna ne lâzim gelir?
O kisi nasil olursaarinir, günahindan yargilanir ve ne ile pâk olur?
Yoksa, o günah farzla sünnet arasinda midir?
Güelce anlayip, ona göre sitemini sürmek gerektir."

"Bir tâlib bir tâlibin evine varsa, evsahibi olan talibin ona izzet ve hürmet edip gücü yettigince nesi varsa meydana getire ve onun gelmesini mübarek bile, geldigi icin sevincinigöstere. Eger o tâlib onun gelmesinden safa ve sevinc duymayip, ictenlikle ona muhabbetve güleryüz göstermeyip, varini ondan esirgeyip lokmasini saklasa, Tanri katinda ve erenler katinda yüzü karadir, ikrari saf degildir. Ve bir tâlib kendi lokmasini bir münkire ve bir münafika yedirse, benim etimi yedirmis gibidir.

Ve yine bir tâlib kendi zürriyetini bir münkireverse ONiKi iMAM’in etini yedirmis gibi günah kazanir."

"Öyleyse, iyi bilinmeli ki, mürsid buyruguyla anlasilan: Bir kimse kendi bilgisizligi ile ya da dünya tamahi ve nefsinin istegi ile kendi kendini pir edinip, Erenlerin sirrini zâhir ehline (yabancilara) anlatip, halka gösterirse, Hazret-i IMAM CÂFER-I SÂDIK kavliyle, böyle bir kisinin katli (ya da toplumdan kovulmasi) helaldir. Bu tür kisilerden uzaklasmayip, bir arada durup oturup, lokma (yemek) yedirip, onun da lokmasini yiyen kimseler dahi, Mürsid’in emriyle dergâh’tan sürgündür, iste bu kadar!" Buyruk’ta, "Üc Sünnet Yedi Farz"dan düsenlerin (bu esaslara uymayanlarin) durumlari da su sekildedir:
 

ÜÇ SÜNNETTEN DÜSENIN GÖRÜLMESI :

Birinci sünnetten düsen talibin üzerine yol vardikta eger yola boyun verirse onu kendi görgüsüne koyasin, ne hizmet yaparsa onunla kabul edesin.

Ikinci sünneten düsen talibin üzerine yol vardikta bir tarik ilzam edip, bir akce tercüman alasin, üc akce halife hakki alasin.

Ücüncü sünnetten düsen talibe üc tarik ilzam edip, üc akce tercüman alasin, üc akce halifeye hak edip, bes akce üstad hakki (sehanzer) alasin.
 

YEDI FARZDAN DÜSENIN GÖRÜLMESI:

Bir talib ki birinci farzdan düsse, bes tarik ilzam edip, bes akce tercüman alasiniz. Bes akce halifeye hak edip, yedi akce üstad hakki alasiniz.

ikinci farzdan düsen talibe yedi tarik ilzam edip, yedi akce tercüman alasiniz. Bes akce halifeye hak edip on bir akce üstad hakki alasiniz.

Ücüncü farzdan düsen talibe on iki tarik ilzam edip, on iki akce tercüman alasiniz. Dokuz akce halifeye hak edip, on yedi akce üstad hakki alasiniz.

Dördüncü farzdan düsen talibe on yedi tarik ilzam edip, on yedi akce tercüman alip, on bes akce halifeye hak edip, kirk akce üstad hakki alasiniz. Ve bundan sonra kalan üc farzin günahi birdir. ister mürebbi gözünden düsse ve ister müsahib gönlünden düsse ve eger basindan taci alinmis olsa, bu üc farzin günahi birdir. Söyle ki : Kirk yedi tarik ilzam edip, kirk yedi akce gazilere tercüman alasiniz. Otuz üc akce halifeye hak edip, yetmis dokuz akce sehanzer alasiniz; üstad hakkidir.
 

YEDI FARZDAN DÜSKÜN OLANLARIN DURUMU : Ve bundan sonra bilmis olasiniz ki, bir kisi bunca farzdan düsse ona derman yoktur, sürgün olur. iste otalib Dergâh’a varip kendi özünü mesayihe (Seyhlere/ Dedelere) yetirmek gerek. Mürsid kabul ederse talib de kabul ede. Mürsidin kabul etmedigine talibden de derman yoktur, yüzü karadir, sürgündür, hic bir cemiyette yeri yoktur. Eger mürsid kabul ederse o kisinin bütün malini miras etmek gerekir. Bu tarik (yol-erkân) icinde her kim inad ve muhalefet ederse, bu tarika göre amel etmezsesürgündür, o kimse bu tarikden degildir, dünyada ve ahirette yüzü karadir,

ON iKi IMAM KATARINDAN ve HAK DIDARINDAN mahrum kalir. Kiyamet gününde bütünpeygamberler ve erenler ondan bizar (bikmis) olur. Amma, bir kimse yoksuldurumda olsa tercümani onun rizasidir; her ne getirse alip kabul edeler.

Dahi bundan sonra IMAM-I NÂTIK CAFER-I SADIK hazretleri buyurmustur ki: Bir kisi livata eylese, bu tarik icinde o kisi farzdan düser. Hic bir mezheb icinde yeri yoktur. Eger bunu yapacak olursa gerektir ki ücyüz altmis tarik ilzam edesiniz. O kisi bu tarik icinde ölürse murdardir. Eger korkarsa ücyüz altmis akce gazilere tercüman alasiniz. Doksan dokuz akce halifeye hak edip, üstad hakki (sehanzer)bütün malini miras edip ondaliyasiniz. Ta ki o talibin isi temiz ola. Düskünlük cezasi ya dede, ya da dede vekili tarafindan verilirdi. Suc dedeye söylenir, ceza istenirdi. Suc ne olursa olsun dede sucluyu dinler, sorar, sonra cezayi bildirirdi. Düskünlük cezasinin sonunda yeniden dedeye basvurulurdu. Dede’nin de uygun görmesiyle, düskünlügü sona eren talip yeniden topluma kazanilmis olurdu.

Antalya Tahtacilari konusundaki arastirmalariyla taninan Naci Kum Atabeyli’nin "...Aralarinda mistik bir inzibat hâkimdir. Dedelerin, kendilerini düskün etmesindenkorkarlar..." ifadesi düskünlük kurumunun sosyal islevini vurgulamaktadir. Alevi dedelerinin bayram, ölüm, evlenme, sünnet gibi törenlerde de birtakim görevleri bulunmaktaydi. Cemaat icin cok önemli olan böyle zamanlarda dede mutlaka bulunurdu. Bayram günlerinde, bayramlasmalarda dede büyük saygi görür, dedenin veya bir baska kisinin evinde toplanilir, dede bu sohbetlerde o günün Alevi inancindaki önemi üzerine bilgiler verir, cemaatle söylesirdi. Dede ölüm halinde yas yerine gider, akrabalarina bassagliginda bulunur dualar ederdi. Alevi-Bektasilerde ölüm haline, hakka yürümek denirdi. Bazi bölgelerde cenazeyi dede veya dede vekili yikar cenaze namazini da dede kildirirdi. Dedelerin bir görevi de evlenme zamanlarinda görülür.

Çogu zaman nikahlari dedeler kiyar, nikah dedenin duasiyla sona ererdi. Dede sünnet törenlerinde bulunur vedualar ederdi. N. Sevgen su bilgiyi veriyor: "Nisan indirmek eglencesiz ve gürültüsüz gecer. Bu sadece "Emr’i Hak"i yerine getirmektir. Oglan ve kiz tarafindan gelenlerle bir heyet teskil olunur. Aralarinda bulunan seyyid veya kâmil bir adam, "Emr’i Hak" denilen sözü, yani kizin oglana nisanlandigini ilan ve orada bulunanlari ishad eder. Alevi adeti vechile on iki imamin isimleri zikrolunarak bir dua okunur, serbet icilir, merasim biter. Bu derece basit bir merasimle nihayetlenen nisan, bütün kudsiyetini bu "Emr’i Hak"dan ve on iki imamin ismi üzerine okunan duadan almaktadir..." Dedelerin bu toplumsal islevleri daha da arttirilabilir.

Dedeler hastaliklarin tedavisinde de rol sahibi oldular. Bu tedavi sekli, dedelerin hastalara dua etmeleri ve bitkilerden yaptiklariilaclari kullanmalarina dayanirdi. Dede kimi zaman hastaya ve ailesine, bir Alevi büyügü icin kurban kesmelerini veya hastayi, bir Alevi büyügünün bulundugu türbeye götürmelerini salik verebilirdi. Örnegin, Erzincan’in Ocak köyündeki Hidir Abdal Sultan Türbesi’ne hastalarin tedavi icin getirildikleri, daha sonra iyilesenler icin kurban kesmek icin, yeniden geldikleri bilinmektedir. Dedelerin bir diger önemli islevi de, onlarin sözlü halk geleneginin nesilden nesile yüzyillardir aktaricisi olmalariydi. Bugün varolan halk edebiyatimizda dedelerin yasatici ve gelistirici rolleri yadsinamaz. Pir Sultan Abdal’in, Kul Himmet’in, Sah Hatayi’nin coskulusiirlerini dillerinden düsürmeyen, cem törenlerinde sürekli yineleyen dedeler, bu siirleri halka da asilayarak yüzyillardir yasamalarini saglamislardir.

Aleviler’de, mal veya para olarak verilebilen dinsel ödentiler bulunmaktaydi. Bir tür dinsel mali yükümlülük  olarak görülebilecek bu ödentiler, dedelere, babalara, celebilere verilebildigi gibi, dergahlarin ve kücük tekkelerin hizmetlerinin karsilanmasi icin verilebilirdi.Burada bunun sadece dedeler ile ilgili yönüne deginilecektir. Kapali bir toplumsal yapiya sahip Alevilerdeki cemaat yapilanmasinin dogal bir sonucu olarak, dinsel hizmetleri gören dedelere, Alevi toplumu hizmetlerinin karsiligini bu sekilde ödüyor ve bu hizmetlerin devami bu sekilde saglaniyordu. Daha önce de deginildigi üzere islami benimsemeden önce Türklerarasinda da benzeri uygulamalara rastlanmaktaydi. Dedelere para veya mal olarak, verilebilen bu armaganlar en yaygin olarak hakkullah veya ciralik olarak adlandirilmaktaydi.

"Buyruk" kitaplarinda bu dinsel ödemenin hangi durumlarda, hangi miktarlarda yapilacagi ayrintilariyla yazilidir. Örnegin, yeni musahip olanlardan 110 para üstad hakki, 7 para dösek hakki alinacagi; meydana gecen musahiplerden 7 para dösek hakki alinacagi; meydana gecen musahiplerden 7 para dösek hakki alinacagi; musahipsizden ise üc para alinacagi belirtilmektedir. Çesitli kaynaklardan, dedeler ve talipler arasinda yaptigimiz arastirmalara göre Aleviler arasindaki uygulama Erdentug’un da belirttigi gibi "... Dedeeline verilene acip bakmaz : verilen miktar belli degildir. Yani hakkullah icin muayyen bir fiyat kesilmez; herkes gönlünden kopani verir..." seklindeydi. Dedelerin islevlerini bitirmeden, dedelerin hangi durumlarda (vefat haric) görevlerinin sona erdigine de deginmek gerekmektedir. Dedeler, Alevilik esaslarina göre büyükgünahlardan (günah-i kebair) kabul edilen suclari islediklerinde dedelik görevleriniyerine getirmekten men edilirlerdi. imam Cafer Buyrugu’nda, dedenin görevden alinmasini gerektiren büyük suclar su sekilde yer aliyor: "Bir pir (dede) avratini tatlik etse yani bosasa, kan etse. Kelime-i küfür söylese. livata eylese, ebediyen ona günahi kebairdir. Bunu isleyen talip olsa derdine derman yoktur. Pir (dede) ederse onun yüzüne bakip misafir ederlerse o bastigi yerde kirk sene kadarhayir bereket olmaz. Yanina varmiyalar..." Belirtilen bu suclari isleyen dedeler, dedelikten men edilirlerdi. Ayrica, bilgisiz olan yani Alevlik esaslarini, yol ve erkânini bilmeyenler de dedelikten azledilirlerdi. Dedelikten azledilmenin bir diger nedeni ise, tarikate muhalif, yani düskün olan taliplerdenhakkullah almakti.

Düskünlerden hakkullah kabul eden dedeler tarikatten düserlerdi,yani dedelik görevleri sonlanirdi. Dedeler sözü edilen bu nedenlerden dolayi görevden, bagli oldugu piri ve mürsidi tarafindan alinirdi. Alevi dedelerinin esas aldiklari kurallara göre dedelik görevi sonlanan bir dedenin talipleri, ayni ocakzade ailenin varsa amcazadelerine baglanirlardi. Bu durum Buyruk’ta su sekilde ifade ediliyor: " Eger pir yolundan düserse günah-i kebairden bir isi edip erkâna lâyik olmazsa talip ol ocaktan cikmaz. Emmi zadelerinden yapismak erkândir" Ancak bu dinsel uygulamanin yanisira, bagli bulunduklari ocakzade dedelerinden yoksun bulunan Alevilerin baska ocakzade dedelere baglandiklarina da rastlanmaktadir. Ayrica yine Buyruk’ta olmak üzere bir pirin benimsenebilecegi ifade dilmektedir ki, buda belli kosullara baglanmistir.: " Bir talibin piri irak olsa, eli ermese, ona vekâleten gayriden el tuta; görüle. Her kac seneden sonra piri gelirse yine pirine ikrar iman etmek erkândir. Zira atasinin pirini inkarederse, münkir olur..." Yine Buyruk’ta, soyu devam etmeyen dedelerin taliplerinin Evlad-i Resul olmak kosuluyla herhangi bir dedeye baglanabilecekleri de öngörülmektedir. 
  

GÜNÜMÜZDE DEDELIK KURUMU

Dedelik kurumunun hem islev hem de etkinlik bakimindan zayiflamasi, cumhuriyet öncesi ve sonrasi yasanan gelismelerle yakindan ilgilidir. Birinci Dünya Savasi ve sonrasinda yasanan Kurtulus Savasi ve Cumhuriyet’in kurulus sürecinde Türkiye’nin yasadigi siyasal ve sosyo-ekonomik dönüsüm, köklü degisikliklere yol acmisti. Busirada sosyal kurumlar da dogal olarak eski niteliklerini ve islevlerini yitirme tehlikesiyle karsi karsiya gelmislerdir. Özellikle 1950’lerden sonra giderek hizlanan köyden kente göc olgusu, büyük nüfus hareketleri yaratmis, eski toplumsal yapi parcalanmistir. Daha önce köylerde varolan toplumsal yapi, yüzyüze iliskilere, geleneklere dayaniyor, gelenek ve göreneklerden kaynaklanan esaslar, köy yasamina egemen bulunuyordu.

Dedelik kurumunun islevlerini ve etkinligini de bu toplumsal yapi cercevesinde degerlendirmek gerekir. Böylece, göclerle, köydeki toplumsal yapi bozulunca, bu toplumsal yapinin gereksinmeleri dogrultusunda sekillenmis bulunan dedelik kurumu da zarar gördü ve islevlerini yitirmeye basladi. Kirdan kente göc olgusu, kirdaki toprak azligi, tarimda makinelesme, ulasim aginin yayginlasmasi, hizli nüfus artisi, tarim disi faaliyetlerin canlanmasi ve halkin giderekyükselen beklentileri gibi sosyoekonomik etkenlere dayanmaktaydi. Kentlere göc, köylerdeki toplumsal yapiyi altüst etmis, yüzyillarin getirdigi yerlesmis inanc ve gelenekler de sarsilmistir.

Göcler sonucu dede-talip iliskilerini saglayan sosyal yapinin cözülmesi cesitli sorunlara yol acmistir. Bu sürec icinde bircok dede, islevlerini sürdüremez hale gelmis, talipler ise daha önce her konuda basvurduklari dedelerden yoksun kalmislar, inanc yönünden adeta bir bosluga düsmüslerdir. Hem dedeler, hem talipler bakimindan, köydeki sosyal ortami ve o ortamda yerine getirilen cemtörenleri vb. törenleri devam ettirmek mümkün olamamistir. Bilindigi üzere 30 Kasim 1925’te 677 sayili yasayla, tekke ve zaviyeler kapatilmis; tarikatlar yasaklanmis, seyhlik, dervislik, seyitlik, halifelik, müritlik, gibi ünvanlarin kullanilmasina son verilmis; üfürükcülük, falcilik, muska yazma; tarikatlarla ilgiligiysiler giyilmesi yasaklanmis, türbeler kapatilmisti. Kimi arastirmacilara göre buyasa sonrasinda, Alevi dedelerinin Anadolu’da dolasarak taliplerini ziyaret edememisler ve bunun sonucunda, Alevilik inanc esaslari ve kurumlari ve bunlara olanbaglilik zayiflamistir.

Bu konuda R.Yetisen su bilgileri veriyor: "... Tarikatlarin kalktigi tarihte halkin ruhiyati kisa bir müddet icin müthis sarsilmis, fakat bilhassa gencler yeni rejime herkesten evvel üc bes yil icinde alismislardir: öyle ki, dedeleriyle, babalariyle garip zihniyetler bahsinde alay bile etmislerdir..." ismail Hakki da "Çepniler Balikesirde" adli eserinde, dedelerin Anadolu’da dolasmalari yasaklandiktan sonra, dinsel ve ahlaki esaslara olan bagliligin zayifladigini ifade ediyor.Bu zayiflama da bu yasal önlemin rolü oldugu kabul edilebilirse de, bu fazla abartilmamalidir cünkü dedelik kurumunu zayiflatan etkenler esas olarak sosyo-ekonomiktir. Göc olgusu, köylerdeki sosyal yapinin cözülmesine yol acmis, egitim kurumlarinin, iletisim olanaklarinin artmasi gibi gelismeler dedelik kurumunun cözülmesine, dede-talip iliskilerinin kopmasina neden olmustur.

Kostenlose Webseite erstellen bei Beepworld
 
Verantwortlich für den Inhalt dieser Seite ist ausschließlich der
Autor dieser Homepage, kontaktierbar über dieses Formular!